
Gürcan Banger
Kurtarıcı, Lider ve Kahraman
Yurttaşlık ve sivil toplum kavramlarının yeterince gelişmediği topluluklarda problem çözme ihtiyacının ‘kurtarıcı kahramanlar’ tarafından tatmin edilmesi alışkanlığı kök salar. Problemin çözümü için her türlü yetkinliğe sahip bir ‘kahraman lider’ beklenir, aranır. Devlet veya kent ölçeğinden sivil toplum kuruluşuna kadar her yönetim kademesinde bu ‘biat kültürünü’ görmek mümkün…
Tüm dünyada kahramanlar seviliyor. Ama bizde algılanmaları çok daha farklı… Kişileri ya göklere çıkartarak ya da yerin dibine batırarak seviyoruz. Eğer buna sevmek denirse…
Malum kahramanların neredeyse tamamı ya tek başlarına ya da küçük bir ekiple daima başarıya koşarlar. Ya da bize öyle gösterilir. Ortada bir takım çalışması olsa bile; başarı, genelde kahramanın sevap defterine yazılıyor ve bu tek kişilik ordu, ününe ün katar. Onu alkışlarken, diğer isimli veya isimsiz kahramanları unutulur. Kahraman ile kendimizi özdeşleştirip onun yaptıklarından kendimize onur payı çıkarırız. Sonuçta da kahraman için şarkılar yazmaya, sloganlar üretmeye kadar varır bu ‘tapınma’ türü…
Siyasal partiyi genel başkandan, futbol takımını en ünlü yabancı oyuncudan veya belediyeyi başkandan ibaret sanmamızın arkasında bu ‘kahramanı abartma’ anlayışı var. Aynı tarz-ı siyaseti, meslek odalarında da sürdürüyoruz. Bir meslek odası, o kuruluşun başkanı ile özdeşleşip büyüyor ya da küçülüyor. Adeta bir başkan tapınıcılığı içindeyiz. Bu durumun farkında olan başkanlar da bu tapıncı artırmak için ‘tek adam olma’ rolünü pekiştirmeye çalışıyorlar. öyle bir sistem ki; alkışlayan razı, alkışlanan razı…
Kanımca kahramanlık kültünde en komik karakteri, tek kişilik orduya biat etmiş olanlarla destekçileri oynuyor. Neden derseniz; bir yandan tek kişilik yönetimden şikâyet ediyorlar, diğer yandan tek kişilik ordunun armoni mızıkasına eşlik etmeye devam ediyorlar. Bir gün gelir de böyle davranmaktan vazgeçerler mi? Böyle bir ihtimal var. Siyasetin ve yönetimin bir ekip ve katılım süreci olduğunu fark ettiklerinde, bunun bilincine varıp tek adamın büyüsünden kurtularak köle olmaktan vazgeçtiklerinde, böyle bir ihtimal var.
Kahraman Kültü
Kahramansız yaşayamamak, özellikle düşük demokrasi kültürüne sahip toplumlarda bir yaşam tarzı haline gelmiş. Kahramanı bir kült (sözcük anlamı olarak din) haline getiren tarihi ve sosyal nedenler var. Ama bu sürecin önemli yanlarından birisi, kahramana biat etmiş tebaanın onu bir kült haline getirmesi. Hani “Şeyh uçmazsa, mürit uçurur” derler ya; öyle işte… İşbirliği, takım çalışması, katılımcılık ve demokrasi kültürü açısından zafiyet taşıyan toplumlarda lider kültünün yarışmalara konu olacak düzeye eriştiğini görmek mümkün.
Halbuki tek başınıza futbol oynayamazsınız. Futbol için uyumu sağlamış bir takıma ihtiyaç var. İşbirliği içinde ortak çalışma bir futbol oyunu gibidir. Takım halinde oynanmazsa, ancak tek kişilik gösteri olur. Gösteri biter; sonuçta sadece gösteri yapanın aldığı haz veya başka ne kazandıysa o kalır.
Bilgeliği, erdemi, ahlaki yapısı, deneyimi, bilgi birikimi ve bir takımla çalışma konusunda yetkinliği olan kahramanlar da var. Böyle bir kişinin genelde ayrımcı olmayan, demokratik özellikler taşıdığını görüyoruz. Yaptığı her işte kendi çıkarlarından önce toplumun, halkın yararlarını düşünen liderlerin çok daha fazla mutluluk yaratılmasına vesile olduğunu biliyoruz. “önce ben” ya da “en çok ben” saplantısından kurtulmuş kahramanların kendilerini halk içinde eritebilmiş, gerçekten samimi olmayı başarmış örnekler oluşturduğunu izliyoruz.
Konunun özü şu: Kahramanlar yetiştirmek önemli olabilir. Ama daha değerlisi, toplumun ve bireyin ‘kahraman arayışına’ ihtiyaç duymayacağı bir olgunluğa erişmesidir.