Neden sivil toplum?

Bazı soruları kendimize sormuyor olabiliriz. ‘Son yıllarda neden sivil toplumdan bu denli fazla söz ettiğimiz’ de kendimize yeterli açıklıkla sormadığımız sorulardan biri... Acaba –derneklerde veya vakıflarda çalışan kişiler olarak sivil toplumun fazlaca içinde olduğumuzdan mı bu sorgusuzluğumuz? Acaba iletişimsiz biçimde çölde yaşayan bir bedevinin tüm yaşamı çölden ibaret sanması gibi sivil toplumu fazlaca mı içselleştiriyoruz?

Sivil toplum kavramının popüler bir kullanıma erişmesi, 20’nci yüzyılın son çeyreğinde –özellikle 1980’li yıllarla birlikte oldu. Geleneksel siyaset yaklaşımlarının ve temsili demokrasinin beşeri ve sosyal ihtiyaçları tam olarak karşılanmadığının anlaşılması üzerine ‘siyaset dışı yaklaşımlar’ üretilmeye başlandı. Tam olarak siyaseti ikame etmese de; geleneksel siyasetin yeterli cevaplar veremediği çevre, insan hakları, toplumsal cinsiyet veya engelliler gibi alanlardaki boşlukları doldurmak üzere yeni söylemler ve örgütlenmeler gelişti. Bu faaliyetler çerçevesinde bir kez daha kavradık ki; geleneksel siyaset, kendini toplumun tamamı için tanımlamakla birlikte, ‘işin aslı’ böyle değil…

Bugün de egemenliğini sürdüren geleneksel siyaset, hiçbir zaman başta yoksullar olmak üzere özellikle ayrımcılığa maruz kalan insanların ve toplulukların siyaseti olamıyor. İşte; sivil toplumdan bu denli çok söz etmemizin nedenlerinden biri budur. Sivil toplum kuruluşları (STK’lar) öncelikle; varlıklarıyla ve faaliyetleriyle geleneksel siyasetin boş ve çözümsüz bıraktığı bu alanlara işaret ediyorlar.

Bu noktada; henüz ‘toplam sivil toplum hareketinin’ geleneksel siyaseti ikame edecek bir birikim ve olgunluğa ulaşmadığını söylemem gerekir. Dolayısıyla bugünkü şekliyle –küresel, ulusal veya yerel boyutta sivil toplum hareketleri, kendi başlarına bir siyaset söylemini toplam olarak tanımlayabilecek yetkinliğe ve bütünlüğe ulaşmış değil. İlerleyen dönemlerdeki gelişmeleri ise izleyerek göreceğiz.

Ama kaçınılmaz olan bir gerçek var. Eğer geleceğe uzanan süreçte başarılı olma iddiasıyla ortaya çıkan yeni siyasal söylemler ve iş modelleri olacaksa; bu siyasetin en değerli unsurları arasında sivil toplumun bulup çıkardıkları olacaktır. Örneğin toplumsal cinsiyet söylemi, hiç kuşkusuz bunların başında yer alacaktır.

Bir başka deyişle; bugün sivil toplum kavramına bu denli fazla vurgu yapmamızın nedeni; yetersiz, eskimiş ve uyumsuzluklarla dolu olan geleneksel siyasetin yerine yeni bir dünya anlayışı geliştirebilme çabasıdır. Sivil toplum tartışmaları, bireyin önemini ve değerini fark eden birey ve toplulukların geleneksel siyasete alternatif olabilecek bir kamusallık ve meşruiyet anlayışı arayışının ifadesidir.

Sivil toplum kavramının değişik çevrelerden farklı tepkiler aldığını izliyoruz. Bunu ‘Amerikancı sömürgeleştirme oyunu’ olarak algılayanlardan bir fetişizm modeli halinde ona tapınanlara, bu alandaki çalışmaları bir rant ve çıkar kapısı olarak kullananlardan bunu bir ‘sosyal kurtuluş’ vesilesi olarak algılayanlara kadar çok farklı yaklaşımlar var. Ama sivil toplum hareketlenmesinin, temelinde yeni bir siyasal söylem ve etkileşimli yönetim (yönetişim) modeli oluşturmayı hedeflediğini dikkate alırsak, bu karmaşayı olağan karşılamak gerekir. Hele ki; bilimin, sanatın ve kültürel gelişimin pek fazla itibar görmediği ülkemizde bunu ‘on yüz bin milyon’ defa olağan karşılamak gerekir.

Eğer ülkenin yeni geleceğinin kurulmasında kendinize bir misyon biçiyorsanız, sivil toplum kavramını eskitmeden ve tüketmeden daha fazla konuşmak ve tartışmak gerektiğinin de farkında olmalısınız. Yeni bir siyasal söylemin temel taşları arasında sivil toplumun ürettikleri hayli fazla olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi