Gürcan Banger
Ortak payda ihtiyacı
Yaşadığımız çevre, çok kimliklilik ve çok kültürlülük özellikleri nedeniyle ortak payda kavramını kaçınılmaz hale getirmektedir. Ortak payda kavramı toplumun değişik kesimlerinin birbirlerini anlama ve bu amaçla mümkün olan uzlaşma alanlarında birlikte bulunma veya çalışma olarak tanımlanabilir.
Ortak payda, hamasi nutuklarla sağlanabilecek bir olgu değildir. Önce karşılıklı anlamanın ve devamında ortak paydanın oluşabilmesi için fiilen yaşamın içinde bir arada olmak gerekir. Bu yolun ilk adımı, her süreçte açık iletişimin gerekliliğini kabul etme ve uygulamaktır.
Uzlaşma ve ortak payda aramak, kişi ve kuruluşların kendi ilkelerinden ödün vermeleri anlamına gelmez. Gereğinde taraflar geri adım atsalar bile; burada önemli olan ortak noktaları bulabilmektir. Ortak payda fikri, toplumun farklı kesimlerinin özgünlüğü ve farklılığına saygı duyarak başlamalıdır. Her farklılık, yasal ve etik çerçeve içinde kalmak üzere kendi isteğine bağlı olarak varlığını koruyabilir ve geliştirebilir.
Toplumda farklı kesimlerin oluşturdukları farklı örgütlenmeler var. Bunlar arasında merkezi devlet örgütlenmesini, bunun yerel temsilcilerini, yerel yönetim birimlerini, aileleri, ekonomik işletmeleri ve sivil toplum kuruluşlarını sayabiliriz. Geçtiğimiz yüzyılda toplumun farklı kesimleri arasında kalın çizgilerle oluşmuş ayrımlar vardı. Bu çağ ise farklılıkların açık iletişimini öngörüyor.
Toplumun değişim kesimleri birbirleri ile iletişim kurdukları sürece, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü daha kolaylaşıyor. Sorunların ve çözümlerin konunun paydaşları tarafından birlikte ele alınması ve yönetilmesi olgusuna “yönetişim” adını veriyoruz. Yönetişimi etkileşimli yönetim olarak düşünebiliriz.
Aynen ortak payda konusunda olduğu gibi; yönetişimin fiilen uygulanması, bu konuya niyetlenmek veya bunun sözünü etmekle olmuyor. Bu konuda yol, yordam, yöntem ve teknikler geliştirmek gerekiyor. Bu dönemde özellikle yerel yönetimlerle sivil toplumun birlikte çalışmasının yolunu açan yönetişim önerileri hayli ilgi çekiyor.
Ülkemizde olduğu gibi; devletin hâlâ tutucu olmayı sürdürdüğü toplumlarda merkezi devlet ile sivil toplumun yönetişim ufkunda buluşmalarında ciddi sorunlar ve engeller olmaya devam ediyor. Ama kısaca şunu söylemeliyim ki; bu çağı tanımlayan önemli kavramlardan bir diğeri yönetişimdir. Ama yönetişim olgusu da aynen ortak payda kavramında olduğu gibi, farklı toplum kesimlerinin özgünlüklerini ve farklılıklarını koruma ve geliştirme haklarını ellerinden almaz.
Yaşadığımız yüzyıl, sivil topluma yeni bir anlam kazandırarak öne çıkaran bir zaman dilimidir. Bu nedenle dernekler, vakıflar veya sivil topluluklardan sıkça söz edilmeye başlanmıştır. Sivil hareketlenmenin yeni olması, bu konuda yazılı belge, geliştirilmiş yöntem ve tekniklerden oluşan kültür ihtiyacını da ortaya koymaktadır.
Bugün sivil toplum alanında kullanılan yaklaşımlar, genel olarak devletin ve özel sektörün kullandığı iş kültürünün yansıması olarak görünmektedir. Henüz sivil toplum kendisine özgü yaklaşımları yeterli ölçüde geliştirebilmiş değildir. Ama hiç kuşkusuz; bugün kamudan veya özel sektörden ödünç alınarak kullanılan iş modellerinin yerini sivil toplum tarafından geliştirilmiş olanlar alacaktır.
Sivil toplumun kendine özgü örgütlenme ve iş yapma modellerinin bir arada oluşturacağı bütünü “demokratik kurumsallaşma” olarak isimlendirmek istiyorum. Bu olgu, bu çağın üzerinde düşünmemiz ve yeni açılımlar geliştirmemiz gereken alanlarından biri olarak önümüzde duruyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.