Siyaset, eleştiri ve karalama

Bir toplumda saygı, hoşgörü ve empati kavramları yeterince gelişmemiş ise eleştirinin de kabul görmesini beklemek hayal olur. Düşük sosyal ve bireysel kültür toplumlarında ne eleştiri ne de özeleştiri sevimli ve işe yarar bulunur. Adeta eleştiri, karalama anlayışı ile eş tutulur.

Eleştiri almayı hiç kimse sevmez. Ama eleştiriden ders çıkarmak, bir olgun insan işidir. Eleştiri yapan açısından baktığımızda ise durumun daha acıklı olduğunu görürüz. Eleştiri, genelde rakibi yok etme anlamına geliyor. Böylece eleştiri yapıcı, düzeltici ve önleme yönlendirici özelliklerini kaybederek karalama haline dönüşüyor. Bu karalama ve yok etme yaklaşımının en seçkin örneklerini ise siyaset dünyasında görüyoruz.

Eleştiri yaparken nerede durduğunuz son derece önemli. Tam da kendi egonuzun odağında duruyorsanız, eleştiri diye adlandırdıklarınızın yanlı ve fanatik özellikler içeriyor olması şiddetle muhtemeldir. Böyle bir durumda eleştiri sandığınız şey, kolaylıkla karalama diye isimlendireceğimiz uçuruma savruluverir. Aydın olmak, eleştirinin odağını, barbar görünümlü egodan alıp gerçeğin ve sağduyunun merkezine koymayı kolaylaştırır. Bu nedenle okumuş olmak yerine aydın olmak önemli ve değerlidir.

Nasıl aydın olunur?” diye bir el kitabı veya rehber henüz yazılmadı. Her çağda ve her toplumda geçerli olabilecek bir modelin geliştirilmesi de pek muhtemel değil. Bir dönem gelenekçiliğin, bazı durumlarda muhafazakârlığın, bunlar tepki olarak modernizmin veya hepsini reddetme çabası ile postmodernizmin ortaya çıkarlarının nedeni bu değil mi?

Hiç kuşkusuz; insanlar kendi dünya görüşleri ve varsa yaşamsal söylemleri açısından tavırlı ve yanlı olacaklardır. Bu durumdan kurtulmak mümkün değil. Liberaller, libertaryanlar ile en fazla özgürlükten söz eden ideolojiler de kendini yanlı olmaktan kurtaramıyor. Burada önemli olan; zamanı geldiğinde kendini değiştirip dönüştürecek, fikir ve somut yaşam dünyasının ufkunu bir kez daha görülebilir hale getirecek açıklığın ve aydın cesaretinin önünü kesmemek… Çünkü yaşadığımız zamanın ruhu bize öğretti ki; değişmeden kalabilen yok; değişimin kendisi de değişiyor.

Değişim, ona farklı anlamlar yükleyebildiğimiz bir kavram… Eğer bizim denetimimiz dışında bir değişim süreci varsa ve bizim bununla yarışacak gücümüz yoksa değişimi karşıtlıkla veya teslimiyetle karşılayabiliriz. Eğer değişimi yeni bir yaşam için fırsat olarak değerlendiriyorsak değişimin yanında ve destekçisi konumunda yer alırız. Eğer aydın olmayı başarabildiysek, o zaman değişimi toplumun ve ülkenin bekası ve mutluluğu açısından değerlendirir ve buna göre pozisyon alırız.

Değişim, bulunulan noktadan bir geleceğe doğru yürümektir. Bu ilerleme sırasında konuya uygun ilkeler yol gösterir. Tasarlanan geleceğe ulaşmak için yapılan çalışmaların ölçülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Bunları yaparak değişimin bilinçli bir süreç olmasını sağlarız. Böylece değişimin öze ilişkin bir nitelik yakalar.

Siyaset alanında bir değişimden söz etmek mümkün… Siyasetin hızla içeriksizleştiğini, özünü yitirdiğini ve sadece faaliyetlerle projelere indirgenmiş bir kategori haline geldiğini görüyoruz. Yakın çevremizdeki siyasal partilerin ve siyasetçilerin farklılıkları hızla bulanıklaşıyor. Farklar silikleşiyor. Bir toplanma var ama bu noktanın özelliği içeriksizlik olmaktan öte bir anlam ve değer içermiyor. Buna değişim demek mümkün mü?

Günümüzde yaşananın, bir siyasal çürüme olduğunu kanaatindeyim. Geçmişin kolaycılık üzerine kurulmuş söylemlerinin artık işe yaramadığını gören siyaset erbabı, işi proje geyikleri ile idare etmeye çalışıyor. Siyasetin bugünkü görünümü sorumsuzluğun, tembelliğin, fikrî yetersizliğin ve köşeyi dönme heveslerinin bir sonucudur. Siyasete akıl gelmeden yozlaşma ve çürüme gitmeyecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi