Rahatlık Bölgesi ve Eğitim



Siyasetin faaliyetleri ile toplumun ihtiyaçlarının çakışmadığı durumlar sıkça görülebilir. Bürokratik merkez devlet yapılarında genellikle yasal mevzuatın ve bürokrasinin ne dediği, bazı durumlarda toplumun ve ekonominin ihtiyaçlarından daha önemli oluyor. Mevzuat, onu geliştirmek ve uygulamakla yükümlü olanlar değişimi uzunca bir süre izledikten sonra ancak bir farklılaşmanın gerektiğini görebiliyorlar.

özellikle eğitim ve öğretimin katı kurallarla tanımlandığı ilk ve orta düzeylerde bu durumu daha açık gözlüyoruz. Diğer yandan üniversiter eğitimde akademisyenin, yetişkin eğitiminde ise eğitici kurumun ve paydaşların tercihlerine bağlı olarak daha yenilikçi ve esnek yapılar oluşturmak mümkün oluyor.

üniversite ve yetişkin eğitimini dikkate aldığımızda öğrencilerin ve akademisyenlerin objektif olarak rahatlık bölgelerinin dışına çıkmaları için sağlam dışsal nedenler var. Mevcut durumu gözlediğimizde üniversitede alınan eğitimle reel iş-yaşam dünyasının gerçek isterlerinin tam olarak çakıştığını söylemek zor…

özellikle meslek lisesi ve üniversite öğrencileri, akademik eğitimlerine piyasa gerekleri yönünde bilgi ve beceri edinme eğitimleri ekleyerek daha donanımlı ve hazır hale gelebilirler. Hatta öyle ki, kimi durumlarda bu ek eğitimlerde alınan sertifika türü belgelerin temel eğitimdeki diplomalardan daha fazla kariyere yönelik olduğunu görebiliyoruz. Bu eğitim-öğretim alanına taraf olan tüm kesimlerin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.

İşin İçinde Olmak
Reel iş dünyası ile eğitim alanını mümkün olduğu ölçüde çakıştırabilmek için eğitici ve akademisyenlerin daha fazla ‘işin içinde’ olmaları gerekiyor. Bu da eğiticinin iş dünyası ile daha fazla iç içe olması, onun konularını bilmesi ve problemlerini tanıması anlamına geliyor. Hiç kuşkusuz; eğitim sistemi özellikle temel bililer açısından tümüyle iş dünyasının ‘emrinde bağımlı’ bir kurum olmak zorunda değildir. Ama mezun ile iş dünyası arasında sağlıklı bir eklemleme yapılmak isteniyorsa, özellikle üniversitenin reel iş yaşamı ile yakın, hatta iç içe bir etkileşimi kaçınılmazdır.

Bazı öğrenciler eğitim yaşamları sırasında farklı nedenlerle iş dünyası ile tanışırlar. Sayıları fazla olmasa da ekonomik iş yaşamını deneyimleyen, akademik birikimlerini bu ortama sunan akademisyenler de var. Buna karşılık pek çok eğitici ve öğrenci için iş yaşamı, profesyonel kariyere adım atana kadar bir ‘kapalı kara kutu’ özelliğine sahiptir. İşe uyum sağlamak zaman alır. Hatta profesyonel işle kurulan eksik veya zayıf bağlantılar nedeniyle akademik eğitimde alınan bilgi ve becerilerin işe sağlıklı biçimde eklemlenmesi mümkün olmaz.

Sonuç olarak; mezun kişi ne denli donanımlı olarak iş alanına girerse girsin eklemlenmenin hatalı oluşması işletmede herhangi bir gelişme ve iyileşme katkısı sağlayamaz. ‘Okulda öğrenilenlerin çalışma yaşamında işe yaramadığı’ iddiasının gerçek arka plan unsurlarından birisi budur.

İş Dünyası
İşletme sahipleri açısından baktığımızda onların durumu da akademik eğitimin bir bütünsel sistem olarak durumundan çok farklı değildir. Akademik alan iş dünyası için anlaşılmaz bir dille konuşan kişilerin oluşturduğu, öğrencilerin mezuniyetleri ile diploma aldıkları ve diploma aldıktan sonra edindikleri ‘akademik’ bilgileri unutmaları gereken bir yerdir. özetle; olumsuz algılar karşılıklıdır. Her iki taraf da diğerinin kendisini anlamadığını iddia eder.

Hâlbuki iki farklı dünyanın işbirliği içinde yaratabilecekleri sinerji var. Ama anlaşılan o ki; henüz bu sinerjiyi yaratmak için gerçek ve işleyen mekanizmalar kurulabilmiş değil. Akademisyenlerin bulunduğu hâlâ izolelik özelliğini sürdüren mekânlara ‘İş Dünyası İle İşbirliği’ yazılı tabelalar asmak veya bu amaçla yeni binalarda yeni örgütler kurmak sorunu çözmüyor. İş dünyası tarafı ise bu konuda karşılıklı bağlantılılığa ve vizyoner gelişime kaynak harcamak zihniyetine ‘terfi edebilmiş’ değil. üniversite kendi birikim ve deneyimini pazarlamayı, iş dünyası ise bunu satın alabilmeyi öğrenmek zorunda…











Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi