
Gürcan Banger
Rahatlık Bölgesinden Çıkmak
Kolaycılık ve alışılmış ile yola devam etmek sadece günlük yaşamın sıradan ritüelleri ile ilgili bir konu değildir. Benzer bir sorunu değişimin tetikleyicisi olması gereken eğitim de yaşar. Mevcut müfredat ve kullanılmakta olan eğitim-öğretim yöntem, teknik ve araçları bir tür ‘rahatlık (konfor) bölgesi’ örneği oluştururlar.
İlk ve orta öğretimdeki okullarla üniversitelerde eğitim-öğretim süreçleri büyük oranda öğretmenin ders anlatması ve başarıyı ölçmek üzere sınav yapılması üzerine kurgulanmıştır. Bu yaklaşım ya hiç değişmeden ya da ufak nüanslarla yıllar boyu sürer gider. Örneğin ilk ve orta öğretim ile üniversite arasında eğitimin ele alınışında temel olarak herhangi bir fark yoktur. Hem öğrenci hem de öğretmen kendi rahatlık bölgesinde çok önceleri tanımlanmış olan rollerini oynamaya devam ederler.
Geleneksel eğitim-öğretim sistemlerimizde yaklaşım, içeriğe ve enformasyon aktarımına yoğunlaşmış olarak tek yönlü iletişim şeklinde düzenlenmiştir. Bu tarzda öğrencilerden belli bir zaman diliminde belli miktar enformasyonu bellemeleri beklenir. Küresel ölçekte bilgi miktarının ve çeşitliliğinin ivmeli şekilde değişmesine karşın kurumsal sistem ve öğretmenler bu değişime yakın hızlarda bir uyum göstermekte zorlanırlar. Sonuç olarak eğitim-öğretim, zorunlu tutulan içeriğin öğrenciler tarafından pasif yaklaşımla özümsenmeye çalışılması şeklinde sürer gider. Özetle; mevcut durumda sistemin tüm tarafları kendi rahatlık bölgelerinde olmaktan ve burada kalmaktan ‘memnun’ görünmektedir.
Sistemin değişmesi yasal mevzuatla ilgili olduğundan pek kolay görünmez. Diğer yandan özellikle ilk ve orta öğretim sonrasındaki eğitim aşamalarında (örneğin üniversitelerde ve yetişkin eğitimi uygulamalarında) tarafları canlandıracak bir şeyler yapılabilir mi? Bu sorunun muhtemel cevabı, sözü edilen alanlardaki eğitimde rahatlık bölgesinin dışında çıkabilmekte saklıdır. Örneğin içeriğin yeni konularla tazelenmesi ve sınıfta yapılan eğitimde yönetim-denetim fonksiyonunun belli oranda öğrencilere delege edilmesi yeni seçenekler olarak düşünülebilir. Bu konuda İnternet’in Youtube platformunda farklı ve ilginç eğitim ve sunum denemelerine ilişkin videolar izleyebiliyoruz.
Bir an için herhangi bir eğitimde veya sunum ortamında enformasyonu nasıl aktardığımızı hatırlayın. Ara sıra notlarını karıştırarak veya ekrandaki sunudan okuyarak sürekli konuşan bir sunumcu (öğretmen) ve pasif şekilde izleyen katılımcılar (öğrenciler) gözünüzün önüne gelecektir. Hem sunucu hem de izleyiciler bu etkinliğe sadece enformasyonun aktarılması açısından bakarlar.
Hâlbuki görsel sanatlardaki anlatı tarzlarını incelediğimizde, pek çok farklı yöntem, teknik ve araç olduğunu, ama bunları eğitim-öğretim için kullanmadığımızı fark ederiz. Bilgisayar aracılığı ile yapılan görsel sunuların çok büyük bölümü (içerik hariç) biçimsel olarak neredeyse birbirinin aynı gibidir. Kullandığımız basit sınırları içinde kalmayı tercih eder, bu aracı çok daha etkili ve yenilikçi biçimde kullanmayı düşünmeyiz.
Bir kitle karşısında bir içeriğin aktarılması, bir bütün olarak bakıldığında kendi başına bir tasarımdır. Dolayısıyla tasarımın içeriği (özü) ile biçimi arasında bir ilişki ve karşılıklı etkileşim olmak durumundadır. Hâlbuki ne yaptığımıza döndüğümüzde konu ne olursa olsun bunu aynı tek alışılmış, sıradan, sıkıcı, tek yönlü geleneksel yollarla aktarmaya çalıştığımızı fark edeceğiz. Yüksek değişim çağının gereklerine uyabilmek için pasif ve tek yönlü tarzdan vazgeçmek zorundayız. Yeni tarz karşılıklı etkileşimi içermek zorundadır.
Yeni anlatı ve sunu tarzlarında ‘öğretmen’ (sunumcu), tek doğruyu yalnız kendisinin söylediği bir ‘diktatör’ olmaktan vazgeçip hem hikâye anlatıcı hem de moderatör rollerini görev tanımı içine dâhil edebilir. Böylece etkileşim yolunda ciddi bir adım atılmış olur.