
Gürcan Banger
Şehirlerin Geleceği, Ayrışma ve Yayılım
Neredeyse tüm kentlerde nüfus yapılarındaki düzensiz gelişmeler, bazı kentlerin aşırı büyürken kimilerinin küçülmesi, geleneksel sınai özelliklere sahip kentlerin uyumsuzluk nedeniyle ekonomik güç kaybetmesi, işsizlik ve istihdam sorunlarının yükselmesi ile kesimler arası gelir adaletsizliğinin artışının kentlerin geleceğini şekillendiren tehditler arasında sayılabileceğinden söz ettim.
Kentsel Ayrışma
Tüm dünyada, kentlerde ekonomik ve sosyal olarak kutuplaşmanın ve ayrışmanın yükselişi gözleniyor. Devletin toplumu koruma ve geliştirmekten uzaklaşan politika tercihleri ile küresel krizin kentli yurttaşların geçim düzeylerine yansımaları sosyal ve mekânsal ayrışmayı belirginleştiriyor. En zengin ve gelişmiş kentlerde bile bu durumu gözlemek mümkün. Düşük gelirli yurttaşların kentsel hizmetlere erişimi zorlaşırken sosyal kutuplaşmanın etkisiyle ayrışmanın da arttığı gözleniyor.
Bir kentte oluşabilecek tehditlerin en önemlilerinden birisi, yaşam kalitesi olarak ortalamanın çok uzağında kalan sosyal kesimlerin oluşmasıdır. Bu durum, içine kapalı alt kültür topluluklarının oluşmasına nende olur. İçe kapalılık ise gerginlik ve düşmanlık eğilimlerinin artmasına yol açar. Bu nedenle sosyal yaşam kalitesinin kent bütünlüğü içinde olabildiğince adil dağılmasına özen göstermek gerekir. Kentler arası gelişim farkları ile kent içi yaşam kalitesi farkları gözlendiğinde bu türden bir tehdidin varlık nedenleri anlaşılabilir.
Kentsel Yayılım
çok yüksek yapıların kent merkezlerinde aşırı yoğunlaşmaya, trafikle ilgili sorunlara, çevre kirliliğine ve doğal yaşamdan uzaklaşıp ‘mekanikleşmiş’ bir koşuşturmaya –ve daha pek çok problemlere– neden olduğunu biliyoruz. Diğer yandan kentsel aşırı yayılıma neden olan düşük yoğunluklu yerleşim biçiminin de kent açısından bir tehdit oluşturduğunun bilinmesi gerekiyor.
Kentsel yayılma ve merkezden kopuk düşük yoğunluklu yerleşimlerin sayısı arttıkça sürdürülebilir kentsel gelişim için de tehditler oluşmaya başlıyor. Bu tür bir durumda kentsel hizmet ve kolaylıkların sağlanmasının maliyeti artıyor, sağlanması zorlaşıyor, doğal kaynak tüketimi ve israfı yükseliyor, ulaşım ve iletişim olanakları yetersizleşiyor, güvenlik sorunlarında artışlar oluşuyor. Kentle düşük yoğunluklu, uzak yerleşimler arasındaki ulaşımı sağlama çabası ise trafik yoğunluğu ve güvenliği ile egzoz atımından kaynaklanan çevre kirliliği sorunlarını artırıyor.
Kentsel yayılımın aşırı boyutlara ulaşması, kentsel atık sızıntılarının –ne tür önlemler alınırsa alınsın– toprağın derinliklerine sızdığı anlamına gelir. Bu durum giderek kıt kaynak haline gelen tarım topraklarının –muhtemelen geri dönülmez biçimde– yok edilmesi anlamına geliyor. Tüm atık toplama ve geri dönüşüm çalışmalarına rağmen yerleşim noktalarında oluşan çöpler toprağı, yüzey üstü ve altı suları kirletmeye devam ediyor. çöp toplama ve atık denetimi hizmetlerinin daha sıkı yapılmadığı düşük yoğunluklu yerleşimlerde kirlilik sorunu daha kolay yaygınlaşabiliyor.
Kent yerleşimlerin yarattığı tehditlerden bir başkası, tarım topraklarının yapılaşmaya açılarak flora ve fauna olarak biyolojik çeşitliliğin yok olma tehlikesi ile karşılaşmasıdır. Kentsel yaşam sadece evde kedi-köpek beslemek veya balkon saksısında çiçek yetiştirmekten ibaret değildir. Kentin, doğal yaşam çevresini yok etmeyecek bir gelişim çizgisi izlemesi beklenir. Bu kurala uyulmadığı takdirde kent, doğayı yok etmenin bedelini sel baskınları, tatlı su yetersizliği ve mekanikleşen yaşam ile ödeyecektir.
Her kenti yurttaş, kurum ve kuruluşun kendine “Yaşadığım kentin geleceğini ve sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurlar nelerdir?” sorusunu sorması ve raporlaması gereken zamandayız. Geciken, geri dönülmez bir yola savrulmuş olacak.
(Devamı var.)