Sivil Toplum, Yurttaşlık Eğitimi ve Demokrasi


Yaklaşık bir aydır yaşadığımız salgının, gece yarısına 1-2 saat kala ilan edilen sokağa çıkma yasağının ve bazı insanların ‘ciddi ve gayriciddi’ gerekçelerle marketlere yığılmasının ortaya çıkardığı durum, tekrar eğitim konusunu hatırlamama vesile oldu. Günümüzde ülke ve toplum olarak yaşadığımız sorunlar zincirinin kırılması gereken zayıf halkasının eğitim olduğu kanaatindeyim. Ama mesele, okullarda uygulanan sistemin iyileştirilmesinden ibaret değil. öncelikle sivil toplumun girişimci biçimde katılması gereken “yetişkin eğitimi” sürecini önemli ve acil buluyorum.


 


Demokrasi, bir toplum içinde yaşayan özgür birey olmak ve bir birey olarak toplum içinde özgürce yaşamak anlamına geliyor. Dolayısıyla demokrasiyi bir toplum içinde ve yaşanılan şartlarda öğrenmek gerekiyor. Yaşamda ayakta kalabilmek ve kendimizi geliştirebilmek için gerekli olan becerileri eğitimle edindiğimiz gibi; uygun kurum, mekanizma, yöntem ve teknikler aracılığıyla demokrasiyi de yaşamın içinde öğrenmeliyiz.


 


Siyaset, demokrasi, insan hakları ve yurttaşlık gibi kavramlar sadece bir toplum içinde yaşayarak öğrenilemez. Bu bilgilerin edinilmesini, hiçbir bilinçli çaba olmadan yaşamın olağan akışına bırakmak, meyve bahçesini yağmurun tesadüfîliğine bırakmak anlamına gelir. Bireylerin özgür ve mutlu olmayı hedefledikleri bir toplumsal yaşam için yukarıda ifade ettiğim yapıtaşlarının öğrenilmesini oluruna bırakamayız. Bu amaçla; bilinçle ve farkındalıkla yönlendirilmiş çabalar olması gerekir. Ne yazık ki; bu görevle donanmış olması gereken eğitim kurumlarımız, siyasal partilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, yaygın ve yerel medya, bu öğrenim sürecini gerçekleştirmek için gerekli yetkinlik ve olgunluğa erişmiş görünmüyor. Bu yetersizlikleri ve zafiyeti, yaklaşan yerel seçimler curcunası nedeniyle bir kez daha doğrulamış olacağız.


 


1980 sonrasının en belirgin siyasal ve sosyal açılımları demokrasi konusunda oldu. Bunun başlıca nedeninin vatandaşların oy verdiği, temsilcilerini seçtiği ve daha sonra yurttaşların hatalı olabilen uygulamaları sorgulama ve temsilcilerini geri çağırma haklarının olmadığı temsili demokrasi olduğu anlaşılıyor. Toplumların büyümesi ve kentlerin kalabalıklaşması ile birlikte doğrudan demokrasinin uygulanma şansı kalmaması ile uygulanmaya başlayan temsili demokrasi, bu çağda bir krize girmiş gibi görünüyor. Bu kriz, özellikle Batı dünyasında demokrasi konusunda yeni ve ciddi boyutlu yeni çalışmalar yapılmasına vesile oluyor.


 


Geçmişte önemsenen insan hakları ve yurttaşlık gibi kavramlara günümüzde çok kültürlülük, katılımcılık, sosyal özne, uzlaşma, ortak payda ve paydaşlarla gelecek tasarımı gibi yeni unsurlar eklendi. Her yeni eklenen unsur, temsili demokrasinin bir sorununu çözerken, muhtemelen yeni sorunların oluşmasına neden oluyor. Yaşamın kendisi de böyle değil mi? Bireylerin ve toplumların problem çözme performansının geliştirilmesine gerek duyulmasının nedeni, yeni ihtiyaçların yeni sorunlar yaratması ve yeni çözümler gerektirmesi değil mi? Yaşamın kendisi zaten açılarak büyüyen bir sarmala benziyor.


 


Son 50 yılda hız kazanan küreselleşme olgusu, ulus-devlet kavramını ciddi olarak etkiliyor. Dünya sanayi ve ticaretindeki yeniden yapılanma; sınırları belirsizleştirirken, dünya pazarlarını da tek bir piyasa haline dönüştürmeye başladı. Bu arada küresel rüzgârlardan kültür de payını alıyor ve adeta yeni bir küresel kültür oluşmaya başladı. Ama öyle anlaşılıyor ki; ulus-devlet olgusunu bir süre daha yaşamaya devam edeceğiz. Bu nedenle yurttaşlık kurumu da hem ulusal hem de küresel anlamda önemli olmaya devam edecek.


 


Yurttaşlık kurumunun kalıcılığı ve sürdürülebilirliği; pek çok sosyal, siyasal ve kültürel kavramı bu başlık altında ele almamızı gerektiriyor. Bir başka deyişle yurttaşlıktan söz ettiğimizde yeni demokrasiden, en geniş biçimiyle insan haklarından, toplumsal cinsiyetten, sosyal adaletten, gelir dağılımından ve daha birçoklarından söz etmiş oluyoruz. Dolayısıyla yurttaş olmayı öğrenmek, bu kavramlar konusunda bilgi, beceri ve yönelim geliştirmek anlamına geliyor.


 


Cevaplamamız gereken sorular var: “Herhangi bir vatandaş demokrasi eğitimi almak ister mi? Onun demokrasi eğitimi alması için bir motivasyonu olabilir mi? Kendisinde bu yönlü bir yönelim oluşturulabilir mi?”  Sosyal, siyasal ve kültürel projelerde ilgilendiğimiz çözümün vatandaşların hangi ihtiyacını tatmin edeceği konusunda gerekli soruları kendimize sormakta başarılı değiliz. Konunun vatandaş yönüne bakmadan bir proje geliştirmek ve başarılı olmak istiyoruz. Eğer demokrasi, insan hakları ve yurttaşlık gibi alanlarda yaygın yetişkin eğitiminde başarılı olmak istiyorsak, vatandaş ile eğitim arasındaki somut sosyal bağı kurabilmek zorundayız.


 


Eğitim üretimle ilişkilendirilebildiğinde anlamlı ve değerli oluyor. Bu durumda her birey, eğitimine yeni katkılar yapmak için somut nedenlere sahip olabiliyor. Dolayısıyla demokrasinin ve eğitimin, yaşamın kendisi ile somut bağlarını kurabilmek önemli. Demokrasi ve sivil toplum geleneği yeterince gelişmemiş toplumlarda sıradan yurttaşların bu bağları kurabilmekte başarılı olamamalarını normal karşılamak gerekir. Toplumu oluşturan kurum ve kuruluşların bu bağların kurulmasında ve algılanmasında katkı ve destek mekanizma ve yöntemleri üretmeleri lazımdır.


 


Katılımcı demokrasi anlayışının, halkı seçilmiş yönetimlerin karar süreçlerine dâhil etmede sağladığı başarının kaynağı buradadır. Halk, katılımcı demokrasi mekanizma ve araçları ile yönetim ve karar süreçlerine katılarak kendi sorunlarının çözümüne destek vermektedir. Katılımın başarısı, problem çözme performansını artırırken halkın çözümler konusunda ikna olmasını da beraberinde getirmektedir. Bu kavrayış, katılımı öğrenmek üzere demokrasi eğitimini de meşru ve mümkün kılmaktadır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi