Siyaset kimin sorunu?

Eğer farkında olmayı başarabilirsek hayat, bize pek çok gerçeği öğretiyor. Bunu siyaset için de tekrar edebilirim. Dâhil olarak ya da dışarıdan izleyerek bazı siyasal partilerin neden başarılı oldukları, kimilerinin ise neden silinip yok oldukları konusunda ipuçlarını yakalayabiliriz. Siyasetle kıyısından köşesinden ilgilenmiş herkesin –kendi birikimine uygun– bulguları olduğuna eminim. Yeni siyasal oluşumların hız kazandığı ve bunlara başkalarının eklenebileceği ya da kendilerini yenileyip yeniden sahne almak isteyenleri olabileceği şu günler için bazı gözlemlerimi paylaşmak isterim.

Öncelikle; toplumda büyük etkiler yaratan sosyal göç gerçeğinden söz etmek gerekir. Kırdan kente göçün belli bir olgunluğa eriştiği bu dönemin getirdiği farklılıkları iyi okuyabilmek gerekir. 1970-1990 arasında kentin yeni göçmenleri olanlar, yakın geçmişin ve günümüzün ülke ve toplum şartlarına uygun biçimde ‘kentlileştiler’. Kentten, ekonomiden veya sosyal yaşamdan beklentileri ve yaşam biçimleri önemli ölçüde değişti. Bu durum, bugün kent nüfusunun büyük bölümünü oluşturan yeni kentlilere yönelik politikaların farklılaştırılmasını gerektiriyor. Önümüzdeki dönemde geleneksel içerik ve biçimlerle siyaset yapmanın alanı iyiden iyiye daralacak. Dolayısıyla siyasetçilerin acilen yeni yaklaşımlar üretmeleri gerekiyor.

Aynı nedenden dolayı eski siyasetçiler ve bürokratlar üzerine kurulmuş yeni siyasal oluşumlar, bir yandan geçmişin kişisel ve sosyal psikopatik sorunlarını yeni siyasete taşırken, diğer yandan yenileşmenin önünü de kesmiş oluyorlar. Bir başka deyişle; geçmişin cafcaflı bazı isimlerini yeni siyasal hareketlere taşımak yarar yerine zarar sağlıyor. Eğer siyasal partinin üst kadroları eski siyasetçiler ve bürokratlar ile doldurulursa, sonuçta ‘komutanların çok, askerlerin az’ olduğu, yaş ortalaması yüksek ve atıl bir parti kadrosu oluşuyor.

Bizde siyaset alanının en az önem verilen alanlarının başında eğitim, kurumsallaşma ile araştırma ve geliştirme (ar-ge) gelir. Üyesi ya da yandaşı olunan partinin diğerlerine oranla hangi farklılıklara sahip olduğunu, partinin üst düzey yöneticileri bile iyi bilmezler. Partide paylaşılmış ve eğitimle yaygınlaştırılmış bir vizyon ve söylem birliği yoktur. Partinin en dinamik yandaşları bile parti söylemi konusunda had safhada bilgisizdirler.

Parti içinde ve dışında bir yarış ve rekabet olması, siyasetin doğasından kaynaklanır. Ama siyasal yarış; dedikodu, karalama ve haksız rekabet anlamına gelmez. Bir kuruluşta dedikodu türünde enformel iletişimin engellenmesinin ilk ve vazgeçilmez yolu kurumsal bir yapı oluşturmaktır. Siyaset dünyamızı gözden geçirdiğimizde ise ne merkezde ne de yerel düzeylerde böyle yapılanmaların olmadığını görürüz. Dolayısıyla pek çok siyasal parti daha doğuşundan itibaren kan ve can kaybetmeye başlar.

Bizde ‘ağzı biraz laf yapanın’ siyaset uygun olduğu gibi yanlış bir düşünce var. Hâlbuki siyaset, söylem ve örgütlenme gibi iki önemli boyutu olan ciddi bir kurum. Siyaseti söylem olarak bilmek yeterli olmadığı gibi sadece örgütlenme gereklerini yerine getirmek de kalıcılığı ve sürekliliği sağlamıyor.

Bir partinin başarısı beni neden ilgilendirsin?” diyebilirsiniz. Öyle ya; kendi hata, zayıflık ve eksiklikleriyle bir parti başarısızlığa uğruyorsa bu, ona destek verenlerin ‘dertleneceği’ bir konudur. Hayır; bu doğru değil. Her siyasal parti, toplum için bir umut olarak filizleniyor. Dolayısıyla her siyasal başarısızlık halkın yaşamından ve yaşam kaynaklarından bir bölümünü alıp götürüyor. Her başarısızlık, ekonomik ve sosyal yaşamdan kopup giden kaynaklar, fırsatlar ve umutlar anlamına geliyor. Bu nedenle ne biçimde yapılırsa yapılsın siyasetin kamusal bir yönü var. Siyaset alanına çıkan her aktörün bu gerçeğin farkında ve bilincinde olması gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi