
Gürcan Banger
Siyaset tedavi edilebilir mi?
Siyaset, toplumun önünde olmalı. Ama bu, siyasetin halkın önüne kendi bildiğine göre pişmiş aş koymak yerine vatandaşların talep ve ihtiyaçlarını anlamak biçiminde olmalı. Siyaset, halkın nabzını tutmalı. Onun tam olarak ifade edemediklerini bulup çıkarmalı, sorunlara ve ihtiyaçlara çözümler geliştirmeli.
Temsili demokrasinin ve reel siyasetin hemen her noktasında iğrençlikleri izlemeye devam ediyoruz. Gazete manşetleri her gün bir başka sefilliği zihnimize taşıyor. TV kanallarının haber kuşaklarında her an bir yolsuzluk, usulsüzlük veya etiğe aykırı durum örneği gözlerimiz önüne seriliyor. Siyasal hastalıkların neredeyse tüm türlerinin, bir salgın halinde temsili demokrasinin ve reel siyasetin tüm unsurlarını etkilemekte olduğunu görüyoruz.
Telefon dinleme, casus kayıt cihazlarıyla fiili izleme, birbiri hakkında dosya hazırlama paranoyaları da hastalığın daha vahim bir hal almasını sağlıyor. Siyasal hastalıklara ilişkin rant ve çıkar temelli olaylara ilişkin haberlerin medyada yer alması ise sadece yurttaşların kurum, kuruluş ve kişilere olan güvenini azaltıyor. Bu tür hastalık örneklerinin teşhir edilmesine karşı değilim ama rakibi tahribe yönelik karşılıklı karalama girişimlerinin, sistemin kurumlarına zarar verdiği de bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor.
Güncel siyaset konularında daha sağlıklı yorumlar yapabilmek için neyin siyasal hastalık sayıldığına dair örnekleme yapmamda yarar var. Siyasal hastalıkların en bilinen örnekleri arasında partizanlık olarak ifade edilen siyasal kayırmacılık gelir. Siyasetçilerin; eğitim, deneyim, birikim veya hak önceliği nedeniyle layık olmadığı halde kendi politik yandaşlarını kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirmesi, bir üst makama terfi ettirmesi, lojman veya yurt dışı görev gibi kimi imtiyazlardan yararlandırması ya da daha uygun bir göreve tayin ettirmesi gibi uygulamaları bu hastalık kapsamında ele alınır. İşin esası, siyasi yandaşlık nedeniyle haksız menfaat sağlanmasıdır. İşin en garip yanı ise bu yolsuzluk durumunun, toplumun ciddi oranda bir bölümü tarafından suskunlukla olağan karşılanmasıdır.
Partizanlığın bir başka türü patronaj olarak bilinir. Siyasal partilerin, iktidarı ele aldıktan sonra kamu kurum ve kuruluşlarındaki yüksek makamdaki bürokratları görevden almaları ve yerlerine hısım, akraba, eş-dost ve politik yandaşlarını atamalarına patronaj adı verilir. Bu hastalık; kamunun genel müdürlerinden yereldeki il müdürlüklerine ve kurum yöneticiliklerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Pek çok örnekte, ne eğitimi ne de deneyimi uygun olmadığı halde bir yandaşın üst düzey bir göreve getirildiği görülür. Din eğitimi almış bir kişinin bir sağlık kurumunun başına veya sosyal eğitim almış bir kişinin teknik bir kuruluşun yöneticiliğine getirildiği sıklıkla görülür. Bundan daha ilginç olanı ise toplumun bu hastalıklı unsuru, yine suskunlukla içine sindirebiliyor olmasıdır.
Ülkemizde siyasal partilerin seçim kampanyalarının ve olağan çalışmalarının finansmanı konusunda sağlam yapılandırılmış bir mevzuat ve denetim sistemi yok. Bu denetimsiz durum siyasetçilerin işine geldiğinden, değiştirilmesi yönünde de bir gayretleri olmuyor. Seçimler öncesinde bazı kesimler açık veya gizli yollarla siyasal partilere parasal destekte bulunurlar. Bazı kişiler ise siyasetle ilgileri olmasa bile; partilerin seçim kampanyalarında fiili olarak görev yaparlar.
Özellikle seçim çalışmaları sırasında olmak üzere partilere parasal veya kişisel destek veren kuruluş ve kişilere, siyasal partiler borçlarını onlara imtiyazlar sağlayarak öderler. Bu imtiyazlar arasında kamu ihalelerinde ayrıcalık tanımayı, kamudan iş vermeyi veya kamu dairelerinde iş bulmayı örnek olarak sayabiliriz. Bu hastalık türüne suvasyon (gönül alma) adı verilir.
Özellikle bazı bakanlıklar ve belediyelerde sık görülen bir hastalık türüdür. Suvasyonun getirilerini, hem siyasetçi hem de çıkar beklentisi olan yandaşı iyi bilir; konuyu paydaş olan herkes kendisine düşeni hakkıyla yapar ve olabildiğince karşılığını alır. Bu konuda önemli bir not olarak şunu eklemeliyim. İktidardan beklentileri olan büyük özel sektör kuruluşları, yardımlarını tüm partiler arasında kendi adalet anlayışları çerçevesinde paylaştırırlar. Dolayısıyla kim iktidar olursa olsun; özel kuruluşun parasal yardımda bulunduğu bir parti kazanmış olacaktır.
Siyasetin kirlenmişliğine dair sadece birkaç örnek uygulama saydım. Sizce bu nitelikte bir siyaset, ülkenin ihtiyacı olan temizlenmeyi, değişimi ve gelişimi sağlayabilir mi? Sistemden nemalananlar, sistemi değiştirirler mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.