Gürcan Banger
Sosyal değişimi bütün olarak görmek
Kişi başına düşen gelir, sosyo-ekonomik katmanların yaşam kalitesi endeksleri, nüfus veya kişi başına yeşil alan miktarı ve benzerleri, bize toplum hakkında pek çok bilgi verir. Değişimi, bu değerlerle gözler; dün ile bugün arasında karşılaştırmalar yaparız. Toplum hakkındaki yargılarımız da böyledir. Zaman içinde toplum değiştiği gibi, bizim yargı ve tespitlerimiz de değişir. Dönüşüm ve değişim hızının çok yüksek olduğu günümüzde aynı kalmakta ısrar eden bazı dinozorların soyu yavaş da olsa tükeniyor.
“Doğudan Batıya, kırdan kente ve karadan denize doğru bir iç göç sonucu, … büyük kentlerin varoşlarında bir hareketlilik yaşanıyor. Eski kentleri altüst eden bu oluşum, yüksek doğum oranı ile destekleniyor. Kent varoşları her geçen gün kimlik değiştiriyor. Şu an adeta ülkeyi varoşlar ve gecekondular yönetiyor. Dinsel kimlikleri, etnik kökenleri, oy tercihleri, siyasetteki etkileri, aile yapıları, müzikleri ve daha pek çok sosyal özellikleri ile gündemi onlar belirliyor. Anlaşılıyor ki; bu kaynaşmanın içinden geleceğin yeni kentlileri ‘ya çıkacak ya da çıkacak’.”
Günümüzdeki genel görünüme baktığımda; devam eden yönelimler yanında farklılık noktasında ulaşmış sosyal göstergeler de gözlüyorum. Sosyal göç, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında olduğu kadar yoğun değil. Kırda yaşayan nüfusta ciddi azalmalar oldu. Kırdan kente gelenler, kentle bütünleşmede hayli mesafe aldılar. Buna kentin kırlaştırılması demek daha doğru olur. Kırdan kente gelen her yeni yurttaş, kentteki sorunların artmasına neden oldu. Kentin sorunları, yerel yönetim imkânlarıyla karşılanamayacak bir noktaya ulaştı. İktidarların kırın sorunlarına kayıtsız kalması, sosyal ve ekonomik sorunların kırdan kentlere akmasına neden oldu. Kıra karşı aynı kayıtsızlığın sürüyor olması nedeniyle; yakın vadede ne kırda ne de kentte önemli bir yönelim değişimi beklemek doğru olmaz.
Kırdaki nüfusun kentlere akması sonucu, kentler önemli bir değişime uğradı. Çünkü kentler ne sanayi, ne ticaret ne de yerleşim özellikleri açısından bu akışa hazır değildi. Dolayısıyla Batıdakinden farklı olarak kentler, kırdan gelen nüfusu dönüştüremedi; aksine kırdan gelen nüfus, kendi kültürünün ve yaşam modelinin kentlerde yerleşmesini sağladı. Siyasetten günlük yaşama kadar bugünün sosyal gerçeği budur.
Göç sürecinin bazı sonuçları artık daha net gözleniyor. Bazı kentlerde nüfus, geriye dönüşsüz biçimde hızla azalıyor. Gelişme özellikleri gösteren kentler ise hızlı ve aşırı nüfus artışından dolayı oluşan sorunların altında ezilmeye başladı.
Bu arada 2000’li yıllara geldiğimizde; gelişen kentler bir başka etki altına girdi. Bu, Batının tüketim toplumu anlayışıdır. Bu bağlamda örneğin bireysel kara taşıtı kullanımının aşırı teşviki, kentlerde yol, otopark ve genel anlamda trafik sorunlarının artmasına neden oldu. Büyük şehirler, trafik sorununun aşılması açısından zor bir noktaya geldi. Kent içinde rantın ve kent merkezinde mekânsal sıkışıklığın had safhaya varması nedeniyle toplu taşım çözümleri üretmek de pek mümkün veya kolay olmuyor. Bu cesareti kendinde bulan yerel yönetimler, işin maddi yükünü halkın sırtına bindirmeleri yanında; kentsel mekânın kullanımında da yeni sıkıntılar yaratıyorlar. Trafik ve kentsel mekân kullanımı sorunlarının, benzer biçimlerde ülkenin farklı kentlerinde aynı anda yaşanıyor olmasını şaşırtıcı bulmuyorum. Çünkü bu sorun, yerel yönetimlerin algı ve vizyonlarını fazlasıyla aşan bir sorun olarak duruyor.
1990’lar sonrasında en ciddi değişim, yaşam kültürü alanında oldu. Hatta bu alanda oluşan değişimin, kişi ve kuruluşların gelir düzeylerini aşan (yani ekonomi ötesi) noktalara vardığını bile söyleyebiliriz.
“Ülkenin değişik yörelerinde var olan ve şimdiye kadar görece izole duran kültürler hızla iç içe geçerek birbirini etkiliyor. Sentezlenmesinde medyanın da katalizör oldu yeni ve karma bir (sentetik) kültürün oluşma olasılığı var.”
Sosyal göçün sonuçlarından biri, gerçekten bir kültürel değişim oldu. Kır kültürü, kentlerde önemli ölçüde etkili oldu. Hem kırdan hem de kentten hayli farklı yeni sentetik bir kültür oluştu. Bu sürece teslim olanlar arasında medyanın özel bir yeri var. Bu kültürün tüketime yöneltilebileceğini gören medya, sentetik kültürün yerleşmesi ve yaygınlaşması için üstün bir gayret içinde oldu. Cinsellik odaklı, kaba tavırlı sinema filmleri ile başlayan süreç TV’de mafya dizileri, evlilik ve saçma sapan yarışma programları ile devam ediyor.
“Anlaşılıyor ki; toplumumuz, Batı modeline ulaşması için gerekli içsel ön koşulları taşımamaktadır. Yaklaşık son 100 yılda olduğu gibi, bugün de dış dinamikler, sosyal süreçlerde son derece etkililer. İletişimdeki gelişmeler nedeniyle dış dinamiklerin ve yansılarının etki alanları giderek genişliyor.”
Küreselleşme olgusu, toplumumuzu açık düşmüş halde yakaladı. Türkiye, sosyal göçün yoğun etkilerini yaşarken, diğer yandan küreselleşmenin tüketim toplumu baskısı ile karşılaştı. Gerek birey gerekse kurum olarak yeterince hazırlıklı olmayan Türkiye, kendi değerlerini hızla yitirirken, göçün etkileriyle oluşan sentetik kültür, tüketim yönelimleri ile yeni bir şekle büründü.
Yukarıda sözünü ettiğim değişim belirtilerine rağmen toplumun pek çok ana hattının değişmediğini söylemek yanlış olmaz. Sentetik görünümün altında hâlâ Doğulu bir toplumun net görünümleri var. Siyasetin içeriğinin boşaltılması ile birlikte düşündüğümüzde; bu durumun altındaki siyasal rant arayışlarını görmek kolaylaşıyor.
En önemlisi, halkı temel alan içerik ve sosyal ahlâk eksik… Sentetik kültür ve siyasal erozyon, öncelikle siyasetin içeriğini ve üzerinde temellenmesi gereken ahlâk anlayışını yok etti. İçeriği ve ahlâkı eksik bir siyaset de bugün yaşandığı kadar olabiliyor.
(20 küsur yıl önce bunları yazmışım.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.