
Gürcan Banger
Sözcükler Değişirken
Sosyal medya ve yeni iletişim araçları geliştikçe adeta özelde konuşmanın, genelde iletişimin içerik kalitesi düşüyor. Sanki tüm bu teknolojik imkânlar yokken karşılıklı konuşmalar, duygu yüklü mektuplar çok daha lezzetliydi. Konuşmaların içerik kaybına neden görsel medyada izlediğimiz ucube programlar olabilir mi? Türkçeyi andırır ama rasgele peş peşe gelmiş sözcükler gibi görünen konuşmaların nedeni TV’nin bir etkisi mi? Belki de görünen durum, ulusal eğitim sistemimizdeki bozulmanın ve yozlaşmanın etkileri… Eğitim - öğretim sistemimiz “Türkçeyi katleden barbarlar mı üretiyor” dersiniz?
Eskiden kentlerimiz daha küçük ama daha kaliteli idi. Kentin büyük kahvehanelerinde bile daha içerikli sohbetler vardı diyenler haklı olabilirler. Sosyal göçle birlikte kent kültürünün de erozyona uğradığı bir gerçek. Nitelikli kültür içeriğini yitirmiş konuşmaların ne olmasını bekleyebiliriz ki?
Yaşam çevremizdeki hitap biçimlerimiz bile değişti. Bir arkadaşım, çocuklarının kendisine anneleri gibi değil de, sanki birkaç yaş büyük ablalarıymış gibi hitap ettiğinden şikâyet etmişti geçenlerde. Kaba hitap sözcükleriyle karşılıklı konuşmaların saygı düzeyi de düşüyor. Kuşkusuz; bunu fark etmenin en kolay yollarından biri görsel medyadaki sohbet programlarına bir göz atmak… İşin en ilginç olan yanı, görsel medyanın doğrudan vuran özelliği nedeniyle şikâyet ettiğimiz kimi özelliklerin bizim konuşmalarımıza da yapışıvermesi… Doğrusu insanın kendisini yaşadığı sosyallikten sıyırıp farklı olmayı becermesi hiç de kolay değil.
Edebiyat ve sanat kültürünün TV’lere sıkışıp kalması ile toplumumuzu oluşturan bireylerin sözcük hazinelerinde bir daralma olduğu apaçık ortada... Geçmişe oranla çok daha fazla yayın yapılmasına rağmen kitap ve dergi okuma yüzdelerinin aynı oranda arttığından kuşkuluyum.
Çok satan kitaplar listelerine bir göz atın lütfen. Bu sektörde de büyük edebi, sanatsal zenginlik olmadığını gözleyeceksiniz. Birkaç büyük sermaye tabanlı yayın şirketinin reklamla yükselttiği isimlerin dışına çıkılamıyor. Ulusal düzeyde reklamla tutunan az sayıdaki ismin, uluslararası alanlarda aynı düzeyi yakalayamadığı çok açık. “Buna da şükür” mü demeli acaba…
Dedikodu yapmayı, içerikli konuşmalar kurgulamaktan daha çok seviyoruz. Zaten içinde yaşadığımız düzende fazla bir şey bilmeyi, kültürlü olmayı, insanının kendisini kültürel olarak zenginleştirmesini talep etmiyor. Önemli olan, varolanı iyi pazarlayabilmek diye kabul ediliyor. Bir arkadaşım bu gerçeği “Benim kelime sayım 200” diye alaya alıyor.
Birbirine ilgi duyan iki insanın, karşılıklı güzel sözler söyleyebilmek için bile başkalarının ürettiği kalıp cümleleri kullanmayı denemeleri, sözcük ve kavram hazinemizin giderek daha kısıtlı hale geldiğini göstermiyor mu? Hepimiz, TV dizilerinin kahramanları gibi konuşmaya başladık.
Öğrenmek istediğimiz bilgilerin yer aldığı kitaplar her zaman vardır. Ama bu kitaplardan edinemeyeceğimiz yaşamsal davranış biçimleri de vardır. Bunları, hiza önderlerinden, bilgelerden veya iyi öğretmenlerden ediniriz.
Bilmediklerimizin var olması kadar doğal ne olabilir? Bunları önce kendimize itiraf edebilmeli ve bilinmesi önemli ise, araştırıp öğrenebilme güç ve cesaretinde olabilmeliyiz. Bir soru karşısında biliyormuş gibi yapmak veya eksik bilgilerimizle bir açıklama geliştirmeye çalışmak kadar yanlış veya eksik bir davranış olamaz.