Su ve Hava Gibi Değerli...

Yılın her günü için bir kutlama veya anma etiketi var. Kadınlar Günü, Çevre Günü, Hayvanları Koruma Günü ve benzerleri… İlgili tarihte konunun tarafı olan insanlar bazı etkinlikler gerçekleştirerek seslerini duyurmaya çalışıyorlar. O gün geçince o konu da gündemden kalkmış oluyor. Hassasiyetleri olan insanlar ilgili konuyu veya sorunu gündemde tutmaya çalışsalar da ne yazık ki sesleri kamuoyuna erişmekte zorlanıyor. Çevre Günü geçince çevre, Su Günü geçince su, Kadınlar Günü geçince kadınlar, bayramlar geçince yoksullar unutuluveriyor.


Toplumun ve yaşamın hassasiyet konuları nasıl içselleştirilebilir? Mevcut durumda bu yönlü duyarlılığın gerçekleşmediğini Çevre Günü vesilesi ile bir kez daha gördük. Her an gerçekleşen ihmaller ve kayıtsızlıklar sonuçta dev boyutlu sorunların oluşmasına neden oluyor. Muhtemelen bu olumsuz sürecin ortaya çıkmasındaki baş sorumluluk da eğitim sistemine düşüyor. Eğitim sistemi ilkeler, hassasiyetler, bireysel ve sosyal sorumluklar ile yükümlülükler konularını insanlara özümsetmeyi başaramadığı sürece yaşadığımız büyük ölçekli sorunlar var olmaya ve genişleyip yaygınlaşmaya devam edecek.


Bir zamanlar ekonomik değeri olmayanı tarif etmek için “hava veya su gibi ucuz” benzetmesi yapılırmış. Ama doğayı katlederek geldiğimiz geri dönüşü olmayan noktada suyun ve havanın ne denli değerli olduğunu fark etmeye başladık.


Fark etme konusunda bir değişiklik var ama suyun ve havanın geleceğine sahip çıkmada ve gerekli önlemleri almada o denli uyanık, bilinçli ve başarılı olduğumuzu söylemek, ne yazık ki mümkün değil.


Dünyadaki ısınma ve dengesiz su kullanımı sonucunda, tatlı su kaynaklarının büyük bir hızla ve en önemlisi geri dönülmez biçimde kirlenmeye devam ettiğini zaman zaman söylüyor ve yazıyorum. Ne ülke ne de bölge olarak bir su planımız olmadığından, varsa da yurttaşlar olarak bundan bihaber olduğumuzdan söz ediyorum. Bugün artık aklı başında tüm insanlar biliyorlar ki, geleceğin savaş nedenlerinden biri su olacaktır.


Bugün güçlü devletlerin, müstakbel savaş senaryoları içinde suyun önemli bir faktör olarak dikkate alındığını biliyoruz. Bu ülkelerin stratejik araştırma şirketleri, kriz senaryoları içine suyun durumunu ciddiyetle ele almaya başlamışlar.


Türkiye açısından konuya baktığımızda; güneydoğuda Dicle ve Fırat veya kuzeybatıda Meriç birer potansiyel sorun kaynağı ihtimali olarak önümüzde durmaktadır. Kızılırmak ise bir başka olumsuz örnektir. Giderek kuruyan göllerimiz ile ilgili olarak yok olma gerçeğini her an daha fazla yaşıyoruz. Su yok oluyor, buna bağlı olarak suyun çevresindeki doğal yaşam da yok olmayı kalıcı hale getiriyor.


Kimi zaman ülkemizdeki yerüstü su kaynaklarını (akarsuları ve gölleri) işaret ederek su açısından zengin olduğumuzu ifade edebiliyoruz. Belki topraklarının büyük çoğunluğu çöl olan ülkelere kıyasla böyle bir iyimser düşünceye kapılmak mümkündür. Ama şu açıklıkla bilinmelidir ki, Türkiye, tatlı su kaynakları açısından zengin sayılabilecek ülkeler arasında değildir. Su, ülkemizdeki kıt kaynaklardan biridir. Bu nedenle tüketilmesinde özen ve dikkat gösterilmelidir. Ayrıca su, uzun vadeli bir planın öznesi olmalıdır.


Diğer yandan; her geçen gün bir akarsuyumuzun veya gölümüzün kuruduğu ya da kirletici atıklar nedeniyle kullanılamaz hale geldiğini medya haberlerinden öğreniyoruz. Deniz salyası (müsilaj) sorunun da bunu bir kez daha görüyoruz. Bu vahim durumun farkında olmanın ötesine geçerek gerekli önlemler almak zorundayız.


Tatlı suyun ne anlama geldiğini daha net anlatabilmek için bazı oransal değerler vermek istiyorum. Dünyada bulabileceğiniz her 100 bardak suyun ancak 3 bardağı içilebilir veya kullanılabilir niteliktedir. Dünya su miktarının yüzde 97’si tuzludur ve en iyi ihtimalle gerekli işlemlerden geçirilmeden kullanılması mümkün değildir. Yine Dünyadaki toplam suyun ancak yüzde 1’i daha kolay erişilebilir ortamlardadır. Toplam su kaynaklarının yüzde 79’u kutuplarda, yüzde 20’si ise yeraltındadır.


İlköğretim düzeyinde de okutulduğu biçimde Dünyadaki su kaynakları, birbirine bağlı bir su sistemi oluşturur. Dolayısıyla su kaynaklarının herhangi birindeki kirlenme, kısa sürede diğer kaynakları olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin Eskişehir’deki Porsuk Çayı’nda ve Sakarya Nehri’nde oluşan kirlenme, yeraltı zemin suyu ile termal su kaynağının da kirlenmesine neden olmaktadır. Özetle; bir su kaynağının zararlı hale gelmesinden diğer su kaynakları da etkilenmektedir.


Ya havanın, suyun, doğanın değerli olduğunu ve korumamız gerektiğini öğreneceğiz ya da çok daha değerli olan bir başka şeyi yitireceğiz.


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi