Toplumsal Cinsiyet



Cinsiyet dediğimizde ilk anda aklımıza geliverenlere bir bakın: “Cinsellik, seks, kadın, erkek, kız, oğlan, ilişki, ayıp, mahrem, pornografi…” Belki de sosyal kültürümüzün ve eğitim sistemimizin bir sonucu olarak sayılan ve yasak edilen cinsiyet kavramını, yakın zamanda kadar açıklıkla konuşamadığımızdan ne olduğu konusunda emin değiliz. Son çeyrek yüzyılda bazı zihinsel ve kültürel değişimler yaşasak da; esas itibarıyla değişen fazla bir şey yok.

Cinsiyet, bir insanın kadın veya erkek olarak farklılık göstermesini ifade eder. Ama burada söz edilen farklılığın, özellikle genetik, bedensel ve biyolojik özelliklerden kaynaklandığı vurgulamalıyım. İnsan bedeniyle ilgili olan bu özellikler manzumesi bir ‘farklılık’ yaratmakla birlikte, bunu kadın ve erkek arasında bir ‘eşitsizlik’ olarak yorumlamamak gerekir. Bu anlamda kullanılan kadın ve erkek farklılığı, sözcük olarak “cinsiyet veya seks” sözcüğü ile ifade edilir.

Bir eğitim notundan aldığım şu cümlelere bir göz atın: “Kadınlar çocuk doğurur, erkekler doğurmaz”, “Erkeklerin sesleri ergenlik döneminde değişir, kadınlarınki değişmez”, “Kadınlar çocuk emzirebilir, erkekler biberonla çocuk besleyebilir”, Kadınlar regl dönemlerinde sancı çekebilir ve asabi olabilirler.” Bu cümlelerin tümü, kadınlar ve erkekler arasındaki fiziksel ve biyolojik farklılıkları anlattığından, (İngilizce’de ‘sex’ sözcüğü ile ifade edilen) ‘cinsiyet’ kavramına işaret eder.

Şimdi bir de; yine aynı eğitim notundan aktaracağım şu cümleleri gözden geçirin: “Erkek çocukları sokakta, kız çocukları ise ev içinde oyun oynamaktan hoşlanırlar”, “Eski Mısır’da erkekler evde örgü işi yaparlardı. Ailedeki temel işlerden kadınlar sorumluydular. Kadınlar mirasla mal sahibi olabilirlerdi, ancak erkekler olamazdı”, “Birleşmiş Milletler verilerine göre, kadınlar dünyadaki tüm işlerin yüzde 67’sini yaptıkları halde dünya gelirinin sadece yüzde 10’unu kazanıyorlar”, “224 kültür üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, sadece 5 kültürde erkekler yemek pişirme işlerini üstleniyorlar. 36 kültürde kadınlar evlerini kendileri inşa ediyorlar.”

Son olarak okuduğumuz (bu ikinci grup) cümlelerde anlatılan kadın ve erkek farklılığının, insanın beden olarak kadın veya erkek oluşuyla ilgili olmadığını görüyoruz. Bu örneklerde de kadın ve erkek arasında farklılıklara işaret edilmesine rağmen bunlar, kişinin beden (genetik, fizyolojik ve biyolojik) yapısından daha çok yaşanan kültürel ortamla ilgilidir. Bu farklılığı ifade eden kavrama (İngilizcede ‘gender’ sözcüğü ile karşılanan) “toplumsal cinsiyet” adını veriyoruz.

Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin sosyal açıdan (yaşadıkları topluma bağlı olarak) belirlenen rol, statü ve sorumluluklarını anlatır. Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin içinde yaşadıkları toplumda kendilerinden beklenenlere işaret eder. Bir başka deyişle; toplum, kadınların kadın, erkeklerin erkek gibi davranmasını bekler; bu davranış modeli de “toplumsal cinsiyet” ile kavramsallaştırılır. Cinsiyetimizi biz seçmiyoruz; toplumsal cinsiyetimizi ise içinde yaşadığımız sosyal kültür bize ‘öğretiyor.’

Toplumsal cinsiyet, sivil toplum alanında üretilmiş bir yaklaşım. Geleneksel siyaset, bu yenilikçi ve açılımcı kavramın henüz farkında değil. Eğer önümüzde bir ‘yeni siyaset’ seçeneği varsa; bunun ana unsurlarından birinin toplumsal cinsiyet (toplumsal cinsiyette eşitlik) olması gerektiği konusunda kuşkum yok. Eşit fırsat ve eşit başlangıç fırsatlarını kullanma, gerekli kaynakların ayrılması ve hizmetlere erişmede ayrımcılık yapılmaması olarak özetleyebileceğimiz toplumsal cinsiyette eşitlik, önümüzdeki dönemin giderek yakıcılığı yükselen gündem maddelerinden birisi olacak.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi