
Gürcan Banger
Yalın Yaşam ya da Tüketim
Şöyle bir çevrenize baktığınızda; ne denli yoğun etkileme kampanyaları ve bunların yarattığı her türden akıl çelme çabaları ile kuşatılmış olduğunuzu fark edeceksiniz. Adeta günlük faaliyetlerimiz, bizim dışımızda oluşmuş bu gürültülü saldırılara göre oluşuyor. Ne giymemiz, ne yememiz, ne içmemiz, nasıl eğleneceğimiz, parayı nereden bulacağımız veya nasıl mutlu ve özgür olacağımızı bize belletmeye çalışan bir kuşatma altındayız.
Sanki son çeyrek yüzyılda mutluluk ve özgürlüğün tanımları değişmiş gibi. Her iki tanım da daha fazla tüketime endekslenmiş sanki. Ne tüketeceğimizi seçerek özgür ve daha fazla tüketerek mutlu olmaya çalışıyoruz. “1980’li yıllardan önce de tüketim anlayışı, tatmin ve mutluluk üzerine kurgulanmamış mıydı?” şeklinde sorular muhtemeldir. Son çeyrek yüzyılla daha öncesi arasında ciddi bir fark var. 1980 öncesi dönemde dünya ekonomisi, gerçek veya yapay olarak yaratılmış ihtiyaçları karşılamak üzere mal ve hizmetleri üretiyor ve yeniden üretiyordu.
Son çeyrek yüzyılda ise kütlesel üretimin yanında yeni ihtiyaç üretimi felsefesi eklendi. Dünya ekonomisi artık sadece ticari emtiayı değil, aynı zamanda ihtiyaçları da üretiyor ve yeniden üretiyor. Böylece sınırsız tüketimin önündeki engeller kalkmış oluyor. Tüketmek için daima yeni, yepyeni mal ve hizmetler var.
Eğer ekonomi öncelikle sınırsız tüketim üzerine kurgulanırsa, üreticiler ve satıcılar açısından çözülmesi gereken birkaç sorun var demektir. Birincisi; insanların daha fazla tüketmeye ikna edilmesi ve yönlendirilmesi. İkincisi ise yoğun üretimi destekleyecek olan aşırı tüketimin oluşmasını sağlayacak araç ve mekanizmaların oluşturulması.
Günümüzde başta TV kanalları ve etkililiği giderek artan İnternet olmak üzere üreticilerin ve satıcıların çok sayıda tanıtım, reklâm ve propaganda araçları var. Bir kitapçı dükkânını gezerseniz, raflarda iletişim, pazarlama, satışçılık ve reklâmla ilgili çok fazla sayıda kitabın bulunduğunu göreceksiniz. Tüketimi destekleyecek mekanizmalar, hem donanım hem de yol-yordam ve felsefe olarak çok büyük hızla gelişiyor.
Diğer yandan ticaretin içerik yanında biçim olarak da değiştiğini gözlüyoruz. Küçük bakkal dükkânları, minik tekel bayileri, baba dostu terziler, semt fırınları, mahalle manavları büyük bir hızla tarihin tozlu sayfaları arasında yer almaya başladılar. İnşaat işlerindeki gelişme, hiç de bilişim ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemenin gerisinde kalmadı.
Her doğan yeni günde yakın çevremizde yeni bir alışveriş merkezi veya kampanyalı – indirimli satış yapan bir outlet mağazası görmeye alıştık. Bu yapılar, tüketicilere sadece alışveriş yapma imkânı sunmuyor; yeme-içme, gezme ve eğlenme gibi başka ihtiyaçların karşılanması için de yeni bir yapay dünya takdim ediyor.
İktisatçı ve satışçılık uzmanı Victor Lebow, 1955 yılında “The Journal of Retailing” isimli perakendecilik dergisinde (bir satışçının rüyası gibi) yazdığı bir yazıda şunları söylüyordu: “üretken dev ekonomimiz, tüketimi bir yaşam biçimi haline getirmemizi bekliyor. Artık satın almayı ve tüketmeyi, dinsel ritüeller haline getirmeliyiz. Tatmini tüketimde aramalıyız. Tüketilecek, eskitilecek, yenilenecek ve çöpe atılacak şeylere ihtiyacımız var.” öyle anlaşılıyor ki; günümüzde Lebow’un hayalleri peş peşe gerçek oluyor. Dev AVM’ler de bu ritüeller için tapınak olma görevini yerine getiriyor. öyle görünüyor ki; bu tüketim temposuyla gelirimiz ve adeta ihtiyaç olduğuna ikna edildiğimiz ihtiyaçlarımız arasındaki uçurum her gün biraz daha fazla büyüyecek.
Tüketim bağımlılığının ikizi hiç kuşkusuz üretim çılgınlığıdır. üretim ise doğayı değiştirmek ve dönüştürmek anlamına gelir. Eğer yeraltındaki altını çıkarmak için zehirli ve tahrip gücü yüksek siyanürü kullanırsanız, o doğal çevreyi sürdürülebilir yaşam için imkânsız bir noktaya getirebilirsiniz. Dolayısıyla sadeliğe sadece tüketimin dünya ve yaşam kaynaklarını yok etmesi açısından bakmamak lazım. Sürdürülebilir yaşamın altyapısı olarak sürdürülebilir üretim kavramını da dikkate almamız gerekir.