Yaşamda boşluklar

Yaşam, boşlukları sevmez. Dünyadaki oyukları, havanın veya suyun bir anda dolduruverdiği gibi; insanın zihinsel ve ruhsal boşlukları da hemen yakınındaki düşünce ve duygularla doluverir. Aslına bakarsanız; insanın kendisi de bu boşlukları bir an önce doldurabilmenin beklentisi içindedir. Eğer insan olarak dünyamızın boşluklarını doldurmakta engellerimiz varsa; bir süre sonra bu durum, üzerimizde büyük bir basınca ve sonuç olarak krize yol açabilir. Tatmin edilmeyen ihtiyaçların karşısında oluşan baskıyı kaldırabilmek hiç de kolay değil.

Yalnız yaşamıyoruz. Ne denli kendimizi sosyal yaşamın dışında tutarsak tutalım, bir dizi ilişkinin içindeyiz. Bunlar arasında bizi en çok etkileyenler ise insan ilişkileri oluyor. Bir ilişkinin türü ne olursa olsun, beklentisiz olduğumuza kendimizi ikna etmeye çalışsak bile bu ilişkiden beklentilerimizi inkâr etmek mümkün değil. Olmasını istediğimiz biçim, yapılmasını veya yapılmamasını istediklerimiz, –eğer bir sevgi ilişkisinden söz ediyorsak O’ndan duymayı arzu ettiklerimiz arasında onun da kendi karakteri ve yaşamının olduğu, kendi boşluklarının bulunduğu ve bunları doldurmak üzere farklı ihtiyaçları olduğu aklımızdan çıkıverir.

Her ilişkide yerine getiremediğimiz ihtiyaçlar olabilir. Eksik bıraktıklarımız gibi gereğinden fazla abarttıklarımız olması da şaşırtıcı değildir. İlişkilerin ciddi hastalıklarından biri, kendini onun için feda etmektir. Çevrenize dikkatle bakarsanız çok yaygın bir ‘sorun’ olduğunu fark edeceksiniz. İkinci hastalık türü sorun ise onun duygusal ihtiyaçlarımızı, karşılıksız ve sınırsız olarak hoşgörüyle karşılamasını beklemektir.

Neden telefon ile aramadığını, neden ziyarete gelmediğini veya neden sürekli olarak güzel sözler söylemediğini merak ederiz. Hatta zaman zaman bunları neden yapmadığı konusunda onu sorgular, suçlu bulur ve bir ceza biçeriz. Böyle yaparak gözden kaçırdığımız çok önemli bir nokta var. O da bir ilişkinin iki kişilik bir yaşam unsuru olduğu. Birinin sürekli verdiği, ikincisinin sürekli aldığı bir yaşam tarzı, ne yazık ki duygusal anlamda sağlam bir ilişki sayılmaz. Olsa olsa bir kişinin konuştuğu diğerinin dinlediği ve bir süre sonra tahammül edilmez hale gelen bir monolog olur. Hâlbuki sağlıklı bir yaşam ilişkisinde taraflar katılımcı, paylaşımcı ve yaratıcı olmak durumundadırlar.

İnsanın kendisini değiştirmesi için önce mevcut sorunların varlığının, bunların bir değişime gerek duyurduğunun ve değişim ihtiyacının farkına varması gerekir. Eğer bir kişi kendini değişmeyecek kadar kusursuz buluyorsa, onun bir ilişkide mutlu olma şansı son derece düşüktür. Karşısındakinden bir şeyler beklemekten, kendi kusursuzluğunun takdirini istemekten katılmaya ve paylaşmaya zamanı olmayacaktır.

Bir ilişkiye eşit, sırasız ve beklentisiz katılmayı engelleyen unsurlardan bir diğeri, kişinin korkularıdır. Bazı kişiler, toplum içinde zayıf görünmemek için korkularını içlerinde gizlemeyi tercih ederler. Korkularını açığa çıkarıp onunla savaşmak yerine bir maske edinerek onları saklamaya çalışırlar. Korkuların içine taşındığı bir ilişkinin de sağlıklı olacağı düşüncesinde değilim. Böyle bir ilişki olsa bir uzun ömürlü olmasını beklemem. Bireyler öncelikle kendi korkularından arınmayı hedeflemeli ve bir ilişki içinde korkularının varlığına izin vermemelidirler.

Korkular bir yana; bireyler olarak hepimizin kendine özgü nitelikleri, yaşama dokunma tarzı var. Bir ilişkide bu gerçeği, aklımızdan çıkarmamalıyız. Eğer ilişkinin tarafları bireysel fark, özellik ve koşulları yok sayarak ilerlemeye çalışırlarsa, bu durumda bir süre sonra kıpırdayamaz hale geldiklerini fark edeceklerdir. Hiç kimse nefes alamadığı ve kendini zincirlenmiş hissettiği bir ilişkiyi sürdürmek istemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi