Yazanın vazgeçilmez ahlakı

Yaşını başını almış nice güzel insan var. Zihinleri ve gönülleri pırıl pırıl… Yaşamlarını iyi ve olumlu düşünmeye adamışlar. İnsanların iyilikleri için bu yaşlarında bile büyük bir gayret içindeler. Onların ışıklı yüzlerini görmek, ruh güzelliklerinden ve hoş sohbetlerinden feyiz almak ne hoş bir duygudur!

Ama bazıları var ki; içlerindeki kötülük, yaşlarıyla birlikte daha fazla ortaya çıkmaya başlamış. Kötü ruhlarının yansıları, dillerine, ellerine, seslerine ve kalemlerine vurmuş. Akılları, fikirleri kötülük, hıyanet, fesatlık düşünmek ve gıybet komploları hazırlamaya çalışmak… Kendileri gibi düşünmeyeni, kendi bağnazlıklarını uygun bulmadıklarını karalayarak mutlu olmaya çalışıyorlar. Bir anlamda hedef göstererek aklımızda kendileri hakkında “Muharrir mi, muhbir mi?” sorusunun oluşumuna vesile oluyorlar. Doğrusu; ruh kötü olunca, muharririn kalemini ihbarcılığın emrine vermesi hiç şaşırtıcı olmuyor.

Fransız devlet adamı Napoleon, “İkiyüzlülüğü, dalkavukluğu beceren, iftirayı da becerir” diyor. Demek ki; bahis mevzuu kötü ruh, ihbarcılık makamına erişmeden çok daha önce ikiyüzlülük ve dalkavukluk mertebelerine çoktan erişmiş.

İftira, hasetlik ve gıybet genelde bilgi, deneyim ve beceri olarak eksiklik ve zafiyet içinde olan kişilerin işidir. Erdemle, akılla ve güzel huyla donanmış insanlar, kötü ruhun kullandığı yol ve yordamları denemezler. Başkaları hakkında kötü söylemeye, karalamayla yazı yazmaya veya ihbarla bir yere varmaya çalışanlar, aslında kendi karanlıklarını ortaya koymuş olurlar. İnsan özelliğine sahip olan kişi, öncelikle dilini ve kalemini erdemle ve ahlakla terbiye etmiş olandır; çünkü gıybet –bir başka deyişle; dedikodu– alçakların otladığı bir meradır.

Her mesleğin kendine özgü etiği var. Örneğin mühendis olmanın ahlaki sorumlulukları veya doktor olmanın insani boyutları olmak durumunda… Bazı mesleklerde ahlaki yönü çok daha önemli… Mesela öğrencilerine kötülüğü, gıybeti, hasetliği ve dedikoduyu belleten bir öğretmen ya da avam deyimiyle ‘hoca’ düşünebiliyor musunuz? Örneğin öğretmenin emekli olup mesleği bırakmış olması, meslek ahlakından vazgeçmesini gerektirir mi?

Ünlü Alman şairi ve düşünürü Goethe şunları söylüyor: “Her çeşit dedikodunun temeli, öncelikle kıskançlıktır. Bu nedenle değil mi ki; umutları boşa çıkmış kişiler, bilgiçlik taslamaya ve rezillik etmeye, keyfi yerinde olanlardan daha çok yatkındırlar.” Goethe’nin bu sözlerinden bir ruh sağlığı bozukluğu imasını algılıyorum. İnsanların kötülüğünü isteyen, mertçe hesaplaşamadığı kişileri arkadan vurmak için hasetlik yapan kişi, olsa olsa ruhen arızaları olan bir kişidir. Eğer böyle ise yaptığı olumsuzluğu, hastalığına vermek ve onu fazla ciddiye almamak gerekir. Yok, eğer aklen baliğ ise onun dilini münasip şekilde bağlamak, kalemini elinden alıp kırmak ve kalan ömrü boyunca bir huzur evinde dinlenmesini sağlamak lazım gelir.

Ey; yaşı aklını çoktan geçmiş ve saçmalama mertebesine gelmiş olan fani! Önce Fransız şair ve yazarı Remy de Gourmont’un şu sözlerine kulak ver: “Bir yazar olmak için, kendi sanatının doğal yeteneğine sahip olmak, bu zanaatla durup dinlenmek nedir bilmeden meşgul ve her sabah nura doğru koşmak için bütün insani duyguları tanımak gerekir.

Sen, insani olanı çoktan kaybetmiş ve kötülüğe teslim olmuşsan eğer, şimdi dilinle eline kelepçe vur; kalemini kır ve git de günahlarının bağışlanması için ‘köşende’ dua etmeye başla!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi