Yenilikçi Kent Turizmi

 


 


Kentlerin yerel turizm ile ‘kolay’ getiri elde etme ve ekonomik kalkınma macerasına yeni bir konu değil. Yerel ve merkezi yöneticiler turizm ile sınai ve ticari yatırım yapmadan kentsel estetik yaratarak ‘ucuzcu’ bir yol tercih etmeye yöneldiler. Bu durum, gerçekten bir kazanım sağladı mı yoksa kentler bir ceplerinden aldıklarının birazını diğer ceplerine koymakla kendilerini mi yanıltılar? Görelim.


 


1980’lerde tüm dünyada kentlerin bir turizm karması olarak öne çıkışı ivme kazandı. Kentler özellikle katma değerli sanayinin başta Uzakdoğu olmak üzere başka bölgelere kayması ile gelir kaybına uğradılar. Bu kaybı telafi etmek için bölgesel ve yerel turizm olanakları öne çıkarıldı.


 


20’nci yüzyılın son çeyreğinde öne çıkan yönelimlerden birisi küreselleşme oldu. Bu durum, ulusal ve bölgesel ekonomilerin neredeyse tüm sektörlerinin küresel etkilere maruz kalması sonucunu doğurdu. Bu bağlamda kentsel turizm kavramı da küreselleşmeden olumlu veya olumsuz nasibini aldı. Küreselleşme olgusunu doğru kavrayan ve küresel bir destinasyon özelliğine kavuşmayı başaran kentler hızla katma değer üretmeye başladı. Gene bu çerçevede bazı kentlerin futboldan iş turizmine kadar değişen alternatif ürün ve hizmet alanlarında farklılaştığını ve markalaştığını gözledik. Bu süreç devam ediyor.


 


Türkiye’de büyüme sürecine girmiş bazı kentlerin kendilerini “Avrupa Kenti” gibi nitelemelerle tanımladıklarını görüyoruz. Buna karşılık dünyanın kentsel turizm açısından öne çıkmış yerleşimlerine baktığımızda, bunların sadece isimlendirmenin ya da birkaç görsel özelliğin dışında çok farklı niteliklere sahip olduklarını gözlüyoruz.


 


Bir kentin turizm açısından öne çıkmasının ilk adımlarından birisi altyapı hizmetlerinin tamamlanması olmalı. Bu hizmetlerin kent halkı tarafından kullanımı ise sosyal adalet ilkeleri çerçevesinde gerçekleşmeli. Eğer yurttaşlar o kentte var olan imkânlara ve kolaylıklara erişemiyorlarsa bu durumda kentin varlığında ilkesel eksiklikler var demektir. Bu nedenle elektrikten gaza, sudan ulaşıma, eğlenceden sağlığa kadar kentin olanakları yurttaşlar için erişilebilir olmak zorunda… özetle; kentsel turizm kavramı, kendi içinde öncelikle “adil kent” özünü taşıyor. Sosyal sorumluluk kavramının giderek yükseldiği bir çağda sosyal adalet olgusu ile donatılmamış bir kenti övünç ve kıvanç kaynağı yapmak mümkün değil.


 


Bir yerleşimin “adil kent” olabilmesi için tek yetkili ve sorumlu, hiç kuşkusuz kamu kurumları olmayacaktır. Bu süreçte merkezi devletten yerel yönetimlere, özel sektörden sivil toplum kuruluşlarına, meslek örgütlerinden apoletsiz yurttaşlara kadar düşen görevler var. Kentte sosyal adalet mücadelesi, orada yerleşik olan tüm kişi ve kuruluşların işi ve sorumluluğu…


 


Geleneksel temsili demokrasinin özelliği, birilerinin seçilmesi ve ihtiyaç duyulan hizmetlerin bu kişiler tarafından gerçekleştirilmesidir. Böyle olduğu için kenti tanımlayan vizyonda, markada ve diğer kurumsal unsurlarda katılım ve paylaşım etkisi bulunmaz.


 


Kent adeta başkanların ve uzmanların meselesidir; onlar yapar ve vatandaşlar kabul eder. Turizm konusunda da işleyişin bundan farklı olduğunu söyleyemeyiz. Bu tespiti doğrulamak isterseniz kentte oluşturulmuş turizm ve kültür eksenli kurullara, komisyonlara, konseylere ve platformlara bakabilirsiniz. Buralarda sadece devletin atanmış memurlarını ya da “atanmış gibi davranan bazı seçilmişleri” görürsünüz. Bu tür yapılarda gönüllülük ruhu ve yönetişim anlayışı asla bulunmaz. Her şey yurttaşlar adına, hatta bazen onlara rağmen yapılır.


 


Bu bağlamdan çıkaracağımız bir diğer sonuç, kentte turizm yaklaşımın da katılımcı ve paylaşımcı olmasıdır. Bir başka deyişle; kentsel turizm kavramı, özünde “demokratik ve katılımcı kent” olgusunu barındırmalıdır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi