
Gürcan Banger
Yeşilçam Usulü İletişim
Yaşamımızın çok önemli bir bölümü diğer insanlarla iletişim halinde geçiyor. Yüz yüze olmasak bile iletişim araçlarını kullanarak söylüyor ya da yazıyoruz. Başka insanlarla iletişim biçimimiz, adeta fiziksel bir parçamız gibi. Nasıl iletişim kurduğumuza ve ilişkilerimizin ayrıntılarına dikkat etmediğimizde, yaptığımız hatalar da bizimle birlikte ‘yürüyüp’ gidiyor. Hatta pek çok durumda yanlışlarımızı büyütürken kendi ilişki dünyamızı daraltıyoruz. Her kişisel gelişim kitabının bir bölümü, insanın kendisini ifade edebilmesine ayrılmıştır. Çoğu zaman ifade ihtiyacının tatmini doğru bir davranıştır; ama işi, kendini başkalarına zorla kabul ettirme noktasına getirdiğimizde bir başka yanlışa savrulmuş olunur.
Yeşilçam sinemasından iyi bildiğimiz bir sahneyi gözünüzün önüne getirin. Has oğlan, odaya hızla girer ve kızı beklemediği bir durumda görür. Ama ilk bakışta algılanan durum gerçeği ifade etmemektedir. Kız, yanlış bir davranışta bulunmamıştır. Gördüklerinden dolayı sinirlenen has oğlan, hışımla odadan çıkar, gider. Kızla tekrar iletişim kurmayan has oğlan, kendi hatasını anladığı an olan filmin sonuna kadar da kızı af etmez. Pek çok Yeşilçam filmindeki senaryonun gerilim yükseltip olaylar örgüsüne yol açan görünümü budur.
Bu Yeşilçam klasiği sahnede görünenleri kısaca tahlil edelim. Bu sahnede öncelikle önyargı vardır. Her an kötü bir durumla, aldatılma ve kandırılma duygusuyla karşılaşılabileceğimiz ihtimaline olan inancımız var. Dolayısıyla olaylar ve ilişkiler, güvensizlikle başlıyor. Bu örnek sahnede de kişinin çok yakını olan insana karşı bile bir güvensizlik duygusunun olabilirliği ifade ediliyor.
Yaşama dönüp baktığımızda; aldatılabilir olduğumuz veya çevremizin her an bizi yanıltmaya hazır olduğu gibi düşüncenin gerçek yaşantımızda da olmadığını kim söyleyebilir? Böyle bir düşüncenin fikri ve duygusal yapımıza kodlanmış olması, yaşama önyargılarla yaklaşmamıza neden olmuyor mu? Güvenmediklerimiz arasında karşı cinsten bireyler dışında bizden farklı etnik, kültürel veya itikat temelli yapılara sahip insanlar ve gruplar da var. Şu ‘kökenlileri dalavereci, şu kültüre sahip olanları hırsız, şu bölgelileri düşman’ olarak kabul etmiyor muyuz?
Yeşilçam klasiği film sahnesine geri dönelim. Böyle bir sahneyi her izlediğimde; has oğlanın, kızın feryatlarını dikkate alıp neden onun açıklama yapmasını beklemediğini her zaman merak etmişimdir. Daima has oğlan, kızı dinlemeden kapıyı çarpar ve çıkar. Kızın daha sonraki konuşma çabalarına cevap vermemek için şehir veya ülke değiştirir. Bu durumun kısa adı iletişimsizliktir. Özel olarak böyle bir örnekte izlediğimiz duruma “iletişim kurma isteksizliği” veya “iletişim kurma tembelliği” de diyebiliriz. Kimi örneklerde ise “iletişim kurma beceriksizliği” biçiminde izleyebiliriz.
Eğer bir toplum, bizde olduğu gibi homojen olmayan sosyal unsurlar içeriyorsa, iletişimin değeri daha da yüksektir. Toplumu oluşturan farklı grupların, sosyal olarak bir sürdürülebilirlik yaratmaları ve barış içinde bir arada yaşayabilmeleri ancak yoğun ve verimli bir iletişim ortamı yaratmaları ile mümkündür. İletişimden kaçındığımız durumda yaptığımız hatayı ancak Yeşilçam sinemasında olduğu gibi filmin sonunda, iş işten geçtikten sonra anlayabiliriz.
Bugün toplumumuzun yaşadığı sorunları gözden geçirdiğimizde; tümünün yapısal olarak önyargı, güvensizlik ve iletişimsizlik sorunlarını içerdiğini görürüz. Yaşanan problemlerin bugünkü yüksek hacimli ve ivmeli konumuna gelmesinde; önyargı, güvensizlik ve iletişimsizlik senaryolarında has oğlan rolünü oynayan devleti özellikle vurgulamak gerekir. Eğer sosyal yaşamımızda bir kamusal alan eksikliği duyuyorsak, bu durumun baş sorumlusunun, her şeyi tanımlayıp yönetmeyi, denetleyip sürdürülebilirliğine karar vermeyi isteyen devletin olduğunu açıklıkla vurgulamalıyız.
Kendimize dönelim. Çeşitli bağlantılarla dolu çok aktörlü bir kalabalıkta yaşıyoruz. Ama bunlar arasında özel olanlar var. Kişinin bireysel özellikleri ve yetkinlikleri önemli ve değerlidir. Ama türü ne olursa olsun; daha değerli, anlamlı ve önemli olan; bireysel olanı bir ilişkinin –bir bütün olmanın– potasında eritebilmektir.