Demokrasiyi düşünmek

Ülkemizde beni en çok şaşırtan kavramların başında demokrasi gelir. Söze gelince pek bol, yaşamaya gelince gayet kısıtlı ve sınırlıdır. Demokrasi havarilerinin hegemonyacı olduklarını görmek hayli olağandır. Aynen yalanların istatistiklerin arkasına saklandığı gibi; yalanlar da demokrasi iddialarının arkasına ustalıkla gizlenir.

Dünyada son 70 yıl değişimin hızlanarak yaşandığı bir dönem oldu. Küreselleşme, değişimi yaygın hale getirdi. Olumlu ve olumsuz boyutlarıyla değişiklikler, kolayca dünyanın her noktasına yayılır oldu. Kendini teknoloji ve ekonomi alanlarında görünür kılan bu eğilim; ideolojileri, söylemleri, yaşam tarzlarını ve düşünce yaşamını da etkisi içine aldı.

Toplumlarla ilgili kavramların, ele alındıkları çağa bağlı olarak anlam ve içerikleri değişebiliyor. Örneğin sıklıkla sözünü ettiğim sivil toplum böyle bir kavramdır. Aynı kavram kentlerin oluşmaya başladığı ve devletin ortaya çıktığı çağlardan başlayarak kullanılmasına rağmen örneğin Platon, Aristo, Jean Bodin, Hegel, Marx veya Gramsci gibi düşünürler tarafından farklı anlamlarda kullanılmış. Bunlara Hobbes, Locke, Rousseau, Burke veya Fichte gibi değişik düşünürleri de ekleyebiliriz. Bu yazar ve düşünürlerin yaptıkları sivil toplum tanımlamaları da birbirinden ve özellikle bugünkünden farklı olmuş.

Bugün sivil toplum literatüründe yaygın olarak kullanılan tanımlardan biri Larry Diamond’a aittir: “Sivil toplum; örgütlü sosyal yaşamın gönüllü, kendi kendini üreten, kendi kendini destekleyen, devletten özerk olup bir yasal düzen veya ortak kurallarla bağlı alanıdır. Sivil toplum, özel yaşam ile devlet arasında duran aracı bir varlıktır.” Hiç kuşkusuz; sivil toplum gibi zaman içinde yeniden tanımlanma ihtiyacı ortaya çıkan bir diğer kavram da demokrasidir. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan sivil toplum ve demokrasi kavramlarının birlikte değişim geçirmelerini olağan karşılamak gerekir.

Basit olarak tanımlarsak; demokrasi, halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir. Bir başka deyişle demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesidir. İlk çağların küçük kent devletlerinde yurttaşlar kent merkezinde –örneğin agora adı verilen çarşıda– toplanarak ortak meseleleri konuşur ve karara bağlarlarmış. O zamanın demokrasi tanımı böyle imiş. Herkesin kendi oyunu kullandığı bu modele doğrudan demokrasi adı veriliyor.

Ölçeği büyümüş ülke ve kentlerde bu yolu kullanmak mümkün olmadığından yurttaşlar, kendi görüşlerini temsil etmek üzere temsilciler seçmişler. Bu temsilciler halk adına karara ve yönetime katılmışlar. Böylece demokrasi kavramı, temsilcilerle kullanılan egemenlik biçimine dönüşmüş. Bugün bu anlayışa temsili demokrasi diyoruz. Günümüzde demokrasi dendiğinde çoğunlukla kast edilen, temsili demokrasi anlayışıdır.

Çağımızda doğrudan demokrasi anlayışına dönme yönünde bir eğilim var. Ama fizikî koşullar şimdilik buna imkân vermiyor. Belki bilişim-iletişim ağlarının çok gelişmesi ile bulunduğumuz yerden egemenlik hakkını –yani yurttaş olarak herhangi bir konu hakkındaki tercihimizi belirten oyumuzu– kullanabileceğimiz yeni bir dönem olacak. Ama kesin olan şu ki; demokrasi olarak adlandırılmaya alışılmış temsili demokrasi, bugün artık yurttaşları tatmin etmemekte. Demokrasi kavramındaki çağdaş açılımların altında da temsili demokrasinin eksiklikleri ve halkoyunu yansıtmaktaki zafiyetleri var.

Günümüzde temsili demokrasinin kısıtlamalarını aşarak doğrudan demokrasiye yaklaşabilmek için katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi ve yönetişim olmak üzere üç ayrı kavramdan söz ediyor ve bunları yaşamda gerçekleştirmek üzere yol ve yordamlar arıyoruz. Bu arayışların temelinde temsilciler aracılığı ile uygulanmaya çalışılan temsili demokrasinin, oy çokluğu nedeniyle belli bir grubun hegemonyasına dönüşmesi riski yüzündendir. Örneğin seçimlerde yüzde 33 oy alan bir siyasal parti, iktidarın tamamına sahip olabilmekte ve böylece çoğunluktan kaynaklanan bir sosyal veya siyasal hegemonya oluşmakta.

Değişen demokrasi anlayışı; katılımcı demokrasi yaklaşımı ile toplumda var olan çeşitliliklerin yönetime ve kararlara yansımasını esas almakta. Bir yandan kararın üretilmesi için katılımın çoğaltılmasını hedeflerken, diğer yandan da tek doğru çözüm yerine birden fazla uygun çözümün olabileceği fikrini içermekte.

Kültürel ve siyasal çoğulculuk temalarını içeren çoğulcu demokrasi açılımı ise toplumda mevcut olan farklılıkların kendi varlıklarını sürdürebilme hukukunu ifade etmekte. Son olarak yönetişim kavramı ile devletin ve toplumdaki diğer kişi ve kuruluşların etkileşimli bir yönetim anlayışı içinde olmaları anlatılmakta…

Aynen sivil toplum konusunda olduğu gibi; katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi ve yönetişim kavramları üzerine de farklı ideolojik bakışların değişik spekülasyonları olabiliyor. Bazı eleştiri ve karalamaların körü körüne peşine takılmak yerine; olgu düzeyine erişmiş bu kavramların toplumumuzun demokratik açılımları açısından ne anlama geldiği üzerine kafa yormak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi