Gürcan Banger
10 Kasım’da anmak
Özellikle ilkokulda olduğum yıllarda 10 Kasım’da Atatürk’ü anma törenlerinde beni belli belirsiz rahatsız eden bir yan vardı. Kendimi ölü evinde yasta gibi hissederdim. Adeta çok üzülmeyenin, çok ağlamayanın ayıplanacağı bir durumda sıkışmış gibi bir duygu kaplardı bedenimi. Sosyal çevrede oluşmuş bu olumsuz şartlar nedeniyle bir devlet büyüğünü anmanın gerçek değerini öğrenmem ancak daha sonraki yıllara kaldı.
Her ülkenin tarihinde bugünkü mevcut devlet düzeninin kurucusu sayılan bir lider ya da kahraman var. Her ülkede kendi kurucu lideri için anıtlar yapılmış, özel zamanlarda anma törenleri düzenleniyor. Her toplum, bu tür anma örneklerini kendi kültür ve birikimine göre gerçekleştiriyor.
Anma törenlerinde birkaç türlü yaklaşım gözlemek mümkün. Birincisi; kurucu lideri öven ve onun üstün yanları ile yaptıklarını öne çıkaran yaklaşımdır. Abartılmamak koşuluyla bu, tarihsel olarak başarılar göstermiş bir kişiliğe gösterilen saygıdan kaynaklanır. İkinci yaklaşım ise bir tür olumlu kıyaslama içerir. Yeni yönetimlerin, kurucu lider tarafından işaret edilen vizyoner hedeflere ulaştığını ve daha başka yeni başarılar elde etmek için üstün gayret içinde olduğunu anlatır. Üçüncü tarz, mevcut durumun kurucu liderin önerdiği ve işaret ettiği hedeflerin uzağında kalındığı –veya liderin döneminin ilkelerinin yerle bir edildiği– şekle aittir. Geride kalma veya bazı kazanımları kaybetme algısı durumunda; anma günleri bir ah-vah –şimdilerde bir kesimin hasımlık– senfonisi halinde sürer gider.
Bugün 10 Kasım; Atatürk’ü Anma Günü. Yukarıda anlattığım anma tarzlarının kötü bir karışımını yaşayacağız muhtemelen. 10 Kasım’la başlayan haftada nasıl bir süreç yaşanmalı? Bu haftayı yok sayma çabalarına da bakıldığında, bu konuda ciddi olarak düşünülüp yenilikçi anlamda bir planlama yapılmadığı zaten anlaşılıyor. İzleyebildiğim kadarı ile her yıl yapılanlar bir yıl öncesinin daha kötü bir tekrarı oluyor. Sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülke için ne anlama geldiğini anlayanların onu anma çabaları var. Ayrıca son yıllarda 10 Kasım’lar bir sosyal-siyasal gerginliğin ve hasımlığın malzemesi yapılmaya başladı.
Böyle bir haftada Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri; toplumun önüne koyduğu ekonomik ve sosyal hedefler açısından saygı ve sevgi ile anılmalı. Ama bu onurlandırma, pek çok örnekte olduğu gibi insanî sınırları aşarak bir abartı şekline dönüşmemeli. Kuşkusuz; asla azımsanarak da yaşanmamalı.
Cumhuriyet’in kurucu liderinin en önemli hedeflerinden birisi, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” şeklinde ifade edilen barış ilkesidir. Yurt içindeki asayiş ve güvenlik durumuna baktığınızda ya da sınır komşularınızla olan ilişkilerinizi gözden geçirdiğinizde nasıl bir durum gördüğünüz ciddi bir kıyaslama ölçütüdür. Aynı bağlamda küresel kuruluş ve toplantılarda ülke ve devlet olarak ne derecede etkili ve başarılı olduğunuza bakılmalıdır. Ülkenin genç nüfusunun bu ülkede yaşamaktan mutlu olup olmadığına, kendisi için güvenli bir gelecek duygusuna sahip olup olmadığına bakmak durumundayız.
Liberal ekonomi rüzgârlarının gelişmiş ülkeler ve taşeronları tarafından kıyasıya estirildiği günümüzde –barış konusunda olduğu gibi– Cumhuriyet’in ekonomik yaklaşım ve hedeflerini de hatırlamak lazım. Ülkenin 20’nci yüzyılın başlarında ayağa kalktığı günlerden şu ana ulaşırken geldiği yolu, ekonominin gerçek göstergeleri açısından karşılaştırarak sorgulamalı. Bu karşılaştırma sayesinde bugün geldiğimiz noktayı görerek bizi gerçekten ağlatacak sahici durumlarla karşılaşabiliriz.
10 Kasım, ortak değerlerimizi ve geleceğimiz açısından ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan bir kıyaslama ve tazelenme günü olmak zorunda… Bir anma gününü gerginliğe ve hasımlığa kurban etmenin hiç gereği yok.