4,1 Büyüklüğünde Korku

 


24 Temmuz sabah 05.19’da evdeki eşyaların zangırdaması ile uyandım. Bir deprem olduğu belliydi. Kandilli ve AFAD sitelerine göz attım; henüz deprem bilgisi girilmemişti. İlerleyen zamanla birlikte deprem bilgisi de ortaya çıktı. Ardından ‘geleneksel’ olarak sosyal medyadaki duruma baktım. Sonuçta 4,1 büyüklüğündeki ‘korku’ çoktan yayılmaya başlamıştı bile… Deprem farklı kaynaklara göre 5-10 km yerin altında ise de korku, insanların zihinlerinde yüzeye çok daha yakın idi. Sonuçta Prof. Dr. Can Ayday’dan depremin teknik özellikleri konusunda bilgi aldım. Uzmanlığıyla aydınlattı.


 


Türkiye’nin, Dünya’nın tehlike riski taşıyan deprem kuşağı üzerinde yer aldığını bilmeyenimiz kalmadı. Bu tür gerçekleri bazen kayıplar ve acılar karşılığında olsa da öğreniyoruz. Laf aramızda; ekonomik krizlerle iktisat, depremlerle yer bilimi ve inşaat uzmanı olduk her birimiz.


 


Pek çok konuda olduğu gibi, ancak bir doğal afet –bazen sosyal afet de olabiliyor– kapımızı çaldığında harekete geçmeyi ancak aklımıza getiriyoruz. Depreme –daha doğrusu depremin zararlarına– karşı yapılan çalışmalar da, ancak büyük felaketlerden sonra başlıyor.


 


Yapılarında zorunlu önlemleri almamış, gerekli güvenliği sağlayamamış bir toplum olarak toplu yaşanılan okul, hastane, otel gibi kapalı yerlerde tatbikatlar yapılıyor. Ama sonunda, çoğu zaman olduğu gibi konuyu “manevi ilahî makama” havale edip geçmişi unutuyoruz.


 


Deprem ve zararları, bunlara karşı alınacak önlemler konusunda insanların bilgilendirilmesi önemlidir. Ama yapı kalitesinden başlayarak can güvenliği ve arama – kurtarma etkinliklerine kadar depremle mücadelenin bir yaşam biçimi haline getirilmesi zorunludur. Hele ki, Türkiye gibi deprem kuşağı üzerinde yaşayan insanlarımız için... özetle; doğal ve sosyal afetlerle mücadele, günlük yaşam ve eğitimimizin bir parçası olmak zorundadır.


 


Bu konuların konuşulması, bir vadede depremin yaşamımızda paniğe yol açan bir korku olmaktan çıkıp bir gerçeklik halini almasını sağlayacaktır. Yaşamsal seçimlerini korkuları ve alışkanlıkları ile yapan bir toplumda deprem korkusu ve paniği ile kendini pencere veya balkondan atmak gibi abuk subuk davranışlarda bulunan insanları eleştirmek gelmiyor içimden. Bu yaşananlar, sosyal olarak kendini rehabilite edemiyen bir toplum için olağan bir durum…


 


Fakat daha fazlasına ihtiyacımız var. Doğal afetler konusunda yerel ve yaygın sivil yapılanmalara ihtiyacımız var. Depreme karşı mücadeleyi öğrenme süreçlerini kolaylaştırmamız gerekiyor. Genelde doğal afetlere karşı mücadele yöntemlerinin eğitim yaşamımızın bir parçası haline dönüştürülmesi zorunlu.


 


Hatta daha ileri boyutta değerlendirmek gerekirse; depremler nedeniyle ülkemizde kazanılan tecrübe ve bilgi birikimi olarak farklı temalarda diğer ülkelerle paylaşılmasının gereğine inanıyorum. Hele ki, ülke nüfusumuzun büyük yüzdesinin kentlerimizde toplandığı ve bu alanlarda büyük risk havuzlarının oluştuğu göz önüne alınınca, afet yönetimi konusunda da yaşadığımız örneklerle zarar azaltma işlevi göreceğimiz kanaatindeyim.


 


Depremlerin etkisini üzerimizde yoğunca hissetmeden önce de, ülkemizdeki bazı akademik çevreler, deprem konusunda yaptıkları önemli çalışmalarla uluslararası literatürde yerlerini almışlardı. Ancak, son yıllarda yaşanan depremler ve depremler sonucunda yaşanan maddi ve manevi kayıpların boyutu neredeyse bir magazin havasında kamuoyunun ilgisini çekmeye başlamış, bu da medyada bir başka anarşi türü oluşturmuştur.


 


Yurttaşlar olarak doğru bilgiler edinmek istiyoruz. Doğru ve düzgün yapılaşmaya uygun kent planlaması ve uygulaması görmeyi arzuluyoruz. Uygun kent ve kentleşme planları ile inşaat kalitesiyle depremlerin yarattığı tehlikelerin ve korkuların azalacağının bilincindeyiz.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi