
2-Sedat AYDOĞAN (DETAY)
ATATÜRK'Ü ANARKEN...
Mustafa Kemal Atatürk Eskişehir'i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu.
Salih Bozok'a;
- Bu çınarları hatırlıyorum... Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü! Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; arabadan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.
Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegâne ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince "Gazi" pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye sordu:
- Adın ne?...
- Yusuf!...
- Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?
- Nasıl hatırlamam, paşam! Maiyetinde çavuştum.
- Maiyetimde mi...
- Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!... Hep emrinde savaştık.
Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti. Aferin; Gazi Yusuf Çavuş! deyince, eski asker el buğuladı:
- Estağfurullah, paşam!... Gazi sizsiniz!...
- Rütbe başka... Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de "Gazi"yiz!...
Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfünü göstererek, ilave etti:
- Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!...
- Şerefte daim ol paşam!...
Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:
- Allahaısmarladık, silah arkadaşım!...
***
Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!
General SHERRIL
***
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü. Zayıf bir kadındı. Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
- Beni tanıdın mı oğul? dedi... Ben sizin Selanik'te komşunuzdum. Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat Müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış... Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
- Oğlunu almadılar mı? dedi. Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş... Çok iyi yapmışlar... İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak...
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta kendinden geçercesine dolu bir sesle:
- İşte Cumhuriyetten beklediğimiz sonuç... diyordu...
***
Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la Ruşen Eşref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:
- Bu memleketin efendisi kimdir?
Düşündüm. Karşılığı o verdi:
- Türk köylüsüdür, dedi. Ve devam etti:
- Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!
Prof. Mahmut Esat BOZKURT