Bir sistem olarak yaşam çevresi

Yaşadığımız Küresel Çağ’ı ifade ederken, başta bilişim ve iletişim alanlarında olmak üzere bilim ve teknolojideki gelişmeyi vurgulamak zorunda kalıyoruz. Yakın çevremizde gördüğümüz bilgisayar, Internet, cep telefonu, medya aygıtları ile evde kullandığımız araç ve gereç bu gelişimi doğrulamak için her an yanı başımızda duruyor. Ama bilim ve teknolojinin bu görünen güncel yüzü, aynı zamanda bazı gerçeklerin gözden kaçmasına da neden oluyor. Genetik olarak değiştirilmiş tarımsal ürünlerin bize yansıyabilen kısmını ihmal edersek; örneğin biyoloji alanındaki değişime yeterince vakıf olabildiğimizi söylemek zor…

Hiç kuşkusuz; her çağda bilim alanında önemli buluşlar yapılıyor ve gelişmeler sağlanıyor. Kütüphanelerde yazılmış kitapların, hazırlanmış raporların sayısı biteviye artıyor. Ama bu çağın ayırt eden yönlerinden biri, bilgi üretim sürecinde yaşanan bazı farklılaşmalar olarak göze çarpıyor. Geçen yüzyıllarda öncekilere oranla bilgi miktarında önemli artışlar gözlemiştik. Bu yüzyılda ise bilgi miktarındaki olağanüstü hız artışı yanında bilgi çeşitliliğinin arttığını ve bilgi niteliklerinin değiştiğini gözlüyoruz.

Bu çağda kavradığım en önemli nüansın, dünyayı algılamakta kullandığımız paradigma olduğunu düşünüyorum. Çok basit olarak söylediğinde; paradigma, değerler dizisi veya algı dayanağı demektir. Bir anlamda dünyayı algılayıp kavrama yaklaşımı olarak da söylenebilir.

1970’lerle birlikte başlayan süreçte dünyanın kavranışında bir bütünlük ve bir sistem olarak işleyiş arayışı, fikrî yoğunluk kazandı. Bu dönemde gündeme gelen ilginç çalışmalardan biri, James Lovelock ve Lynn Margulis’in katkı yaptıkları “GaiaHipotezi” isimli yaklaşımdı. Lovelock ve Margulis’in 1974’te Tellus isimli bir dergide yazdıkları makale ile başlayan tartışmalar, olumlu veya olumsuz yönleri ile bilim alanına yeni tohumlar ekti.

Gaia Hipotezi’nin ana dayanak noktası şudur: Yaşam, sadece dünya üzerindeki mevcut koşullara uyum sağlamakta kalmaz; aynı zamanda yaşama uyumlu olmalarını sağlayacak biçimde bu şartları değiştirir, dönüştürür ve daha kararlı hale getirir. Buna bağlı olarak; dünyadaki yaşamın herhangi bir unsuruna gelecek zararın, dünyadaki sistemin tamamına yansıyacağı sonucunu da çıkarabiliriz. Yeni bir evrim yaklaşımı da içeren bu teorinin en değerli sonuçlarından biri budur.

Geçtiğimiz yüzyıl, dünyanın geleceği açısından nüfus patlamasının, çevre kirliliğinin ve insanın değerinin gözden kaçırılışının çağı idi. Bütün bu yaklaşımlar, bizi dünya yaşamının insan odaklı olması gerektiği gibi bir sonuca götürdü. Eğer bu çağa uygun bir fikrî dayanağa sahip olmak istiyorsak; dünyanın tamamını yaşayan dev bir sistem olarak düşünmeye başlamalıyız. Bu sistemin canlı veya cansız herhangi bir unsuruna verilecek zararın, dünyanın tamamına ve bu arada kendi yaşamımıza da zarar vereceğini kavramak zorundayız. Aksi durumda bu dev sistem yok olurken, insanlık olarak biz de bilinemez karanlığa geri dönüyor olacağız.

Derin ekoloji ekseninde yer alan pek çok radikal yazar ve düşünür, yaşamın tümüyle insan odaklı hale getirilmesine karşı çıkarlar. Bu düşünce akımının radika kanadının temel tezlerinden biri, mevcut tüm canlıların yaşam hakkı ve sürdürülebilirliği konusunda eşit tutulması hususudur. Bu açıdan radikal derin ekolojistler, Darwinistteorinin en önemli görünür iddialarından biri olan canlıların en gelişmiş olan türünün insan olduğu konusundaki aşırı odaklanmaya itiraz ederler.

Bu radikal tutumu bir yana bırakırsak; derin ekolojinin öne sürdüğü önemli tezlerden biri, bugün yaşanan yaşam çevresi sorunlarının büyük ölçüde, modernist yaşam tarzından kaynaklandığıdır. Kapitalizmin sürekli körüklediği aşırı tüketim güdüsü dikkate alındığında; bu yaklaşıma hak vermek biraz daha kolaylaşır. Ama bu arada aşırı tüketim düşüncesinin sadece kapitalizme özgü olmadığını, yakın veya karşıt başka akımların da yaşamın iyileştirilmesine böyle baktığını itiraf etmek gerekir.

Derin ekoloji, aynı zamanda bir yaşamsal vizyondan da söz eder. Bu çerçevede modern uygarlığın bizi getirdiği aşırı tüketim modelinin, yeni bir uygarlık modeli ile aşılabileceği hayali dile getirilir.

Son söz: Yaşam, sadece insanlardan meydana gelmiyor; doğal çevremizdeki her canlının var olma ve yaşamını sürdürebilme hakkının bulunduğunu zihnimize kazımak lazım. İnsan; flora, fauna ve cansız varlıklarla birlikte var olabilir ancak…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi