
Gürcan Banger
Dokunacak Kadar Yakınken
Aşkın muhtemelen en önemli özelliği zamandan, mekândan ve şartlardan bağımsız olarak doğup büyüyebilmesidir. Bu nedenle bir İtalyan atasözü, “Aşk, ülkesini kanunsuz idare eder” der. Sanırım; bu cümlede kanunsuzluk sözcüğü ile aşkın heyecanı, kuralsızlığı, yaratıcı çılgınlığı ve yüksek enerjisi ile sinerji yaratma niteliği ifade ediliyor. Bu arada aşkın bazı kişilerde bir atalete, rahatlığa, kolaycılığa ve konformizme yol açma özelliğini de aklımızda tutuyoruz.
Yaşadığımız çağın çok yönlü özellikleri pek çok kavram ve kurumla birlikte duygularımızı ve buna bağlı düşünsel yargılarımızı da etkiliyor. Küresel değişim ivmesine bağlı olarak aşkın tanımı da zamana ve konjonktüre bağlı olarak değişiyor. Günümüzde aşk diye adlandırılan kimi duygular, sıklıkla beğeni şeklinde özümseniyor. Aşk ile sevgi ayrımı eskiden beri yapılırdı. Aşkı daha çarpıcı ve heyecanlı, sevgiyi daha soluklu ve istikrarlı bulanlarımız daima vardı. Bugün aşkın yerini büyük bir hızla beğeni ve çok yönlü tüketim albenisi almaya başladı.
Mevcut kapitalist dünya düzeni var olmaya devam edebilmek için değişik güdüler ve ezberler yaratarak tüketimi biteviye kamçılamak zorunda… Buna bağlı bir diğer gerçek şu ki; iltifatlar, hediyeler veya incelik olarak nitelenen kimi davranışlar, beğeni ile aşkı karıştırmamıza neden oluyor – aşkı her nasıl tanımlıyorsak… Kimi zaman ise görsel çekim veya bedensel uyumluluk veya karşımızdaki kişiyi yüceltme, duygularımızın aşk olduğunu düşünmemiz sonucunu doğurabiliyor. Tüketim çağında aşkı da tüketilmesi gereken bir emtiaya çeviren yanlış algılar bu tür noktalardan kaynaklanıyor. Böylece tüketim güdüsü ile birlikte aşkın gizemli iklimi de sıradanlaşıp ömür, güç ve enerji kaybına uğruyor.
Aşkın maddi dünya ve cinsellik ile yakın bir ilintisi var. Bu bağlamda özellikle değişik nedenlerle cinselliğin sosyal baskı gördüğü bazı toplumlarda şehvetin aşk sanılmasını olağan karşılamak gerekir. Duygusal ve cinsel konuların iletişimini doğru kavrayıp yönetemeyen toplumlarda aşk ile cinselliğin birbiri yerine konması sıkça görülür.
Karşı cins ilişkileri konusunda özgürlük kavramını, yasaklamadan ve yozlaştırmadan yaşayabilmek hiç de kolay değildir. Geleneksel dönemde duygusal ve cinsel kültür alışverişi büyük ölçüde aile içinde yapılırdı. Erkek çocukların öğretmenleri genelde büyük erkekler, kızlarınki ise annelerdi. Bu durum, olumsuzluklar taşısa da; homojen ve tutarlılığı olan bir ‘karşı cinsle ilişki ve iletişim kültürü’ ortamı oluşturmaktaydı. Son yıllarda tüketim toplumu anlayışının gelişmesi ve buna medyanın etkilerinin eklenmesiyle bu modelde ciddi zedelenmeler oldu. Ailenin yerini (kitap, dergi, film ve benzerleri türündeki yararlı çoğalmaya karşın) büyük ölçüde başka yanlış ve eksik bilgi veren ortamlar aldı. İnternetin enformasyon sağlayan yönü kadar hatalı, yanlış, zararlı ve olumsuz yönlendirici ‘bilgi’ içeren dezenformatif hacmi de gelişiyor.
Pornografi, hızla aşkın ve cinselliğin ülkesini fethetti. Tüketim toplumunun abartılı cinsellik modeli, çok kısa süre içinde geleneksel kültürün karşısında yerini aldı. Aynen ‘fast food’ türünde bir gıda maddesini tüketir gibi, duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak için aşkı kullanır olduk. Sonuçta aşk da bir ihtiyacı karşılayan tüketim maddesi haline dönüştü. Aşka bir tüketim malı rolünü vermeye devam ettiğimiz sürece, bu çağda ‘sonsuz aşk’ bir hayal olmayı sürdürecek.
Aşk nedir? Sonsuz aşk var mıdır? Aşkın ömrü varsa nedir? Yaşadığım ilişki bir aşk mıdır? İmkânsız görünümlü bir aşk ihtimalini kovalamak gerekir mi? Bu tür soruları pek çok insan, yıllardır ve bitmeyen bir şekilde kendisine soruyor. Bir ilişkinin aşk olup olmadığını sınayacak bir test ya da ölçme cihazı henüz icat edilmedi. Olabilir mi? Bilimsel ve teknolojik gelişmeyle birlikte muhtemelen aşk denen olgunun bedensel ve zihinsel görünümlerini ölçen yeni cihazlar olacaktır. Ama bunların ölçtüklerinin aşkın görünümleri olmanın ötesinde bir değeri olmayacak.
Duygusal ilişkiler ve özel olarak aşk, çoğu zaman ‘iyi şans’ diyebileceğimiz umut ve heyecan verici tesadüflerle başlıyor. Yoğunluk artırarak yoluna devam edebilenleri var. Günün ilk ışıkları ile doğan kimi aşklar ise güneşini ferini kaybetmesi ile sona erebiliyor. Aşkı eninde sonunda tüketilecek, günün akşam oluşuna benzer biçimde silinip gidecek bir süreç gibi kavrayanların sayısı hiç az değil. Biliyorum ki; imkânsız olanlar da dâhil, her zaman ruhlarında aşka yer açıp sonsuz aşka inananlar var olmaya devam edecek. Aşkın yeri yurdu gibi mevsimi ve kaskatı şartları da yok. Değil mi?