Gençlere sınav ve hayat tavsiyem…

Milyonlarca genç YKS’ye girdi.

Kader günü olarak adlandırılıyor.

Öğrencilerin kaderi birkaç saate bağlı diyebiliriz.

Hatta öylesine inandırıldı ki o birkaç saat içerisinde başarıyı yakalayamazsan vay haline…

Elbette başarmak mühim, başaramamak ise dünyanın sonu değil!

Öğrenciler arasında hep bir kıyas olmuştur.

“Bak komşunun kızı tıpı kazandı da sen bir yere giremedin”

Büyüklerimizden sürekli dinledik.

Yeri geldiği için kendimden örnekle gideyim.

İkizim!

Siz sormadan söyleyeyim, tıpa tıp benzemiyoruz, ayrı yumurta ikiziyiz.

Liseye kadar aynı sınıfta okuduk!

Lise de dağıldık!

Neden?

O çok zekiydi!

Bense sıradan denilecek düzeyde, tamam kendimi çok da küçümsemeyeyim, tembel denilmeyecek ama matah da sayılmayacak bir öğrencilik geçirdim.

O sayısala meraklıydı, ben sözele.

O sayısaldan full çekiyordu, ben sözelden.

Tabi toplumumuzda sözelin pek alkışçısı olmadığı için sayısalı tutturan başarı sağlıyordu.

Hep okul birincisi olurdu.

Düşünsenize, herkes komşuyla kıyaslanıyor, ben ikizimle.

Bir gün okul müdürü bana “Sen niye böylesin, bak ikizin okul birincisi oluyor, senin derecen yok” demişti pis pis gülerek.

Espri yapıyordu.

Böyle bir eğitim sisteminin çocuklarıyız.

Bende onun arkasından espri taktım sonra, soyadını söylemeyeyim, okur falan, sinirlendiği zaman “develendi” diyordum.

Neyse gel zaman git zaman herkes beni ikizimle kıyaslıyordu.

Bir süre sonra Matematiğim iyiyse bile ben bilmedim, kıyas beni soğuttu o dersten, uzaklaştım.

Matematikçi vardı, o da hep onu işaret eder, “Bak kardeşin hep 5 alıyor, hayırdır senin notlar” der gibi bakıyordu.

İlk sınavdan 5 alıp sonra 1-1 alarak tarihe geçtiğimi düşünüyorum.

Belki de o kıyas iyice salıvermeme neden oldu bilinmez.

Köprüyü geçecek kadar alır, sonrasını düşünmezdim!

Bir gün de sınıftan attı kulakları çınlasın o matematikçinin.

Her geçtiğinde yanımdan bu masa neden dışarda derken, bir gün kızmasın içeri alayım dedim:

“Sen ne sırayla oynayıp duruyorsun” dedi.

“Siz de dışarı çıksa kızıyorsunuz, içeri soksak yine kızıyorsunuz, napayım” diyerek ben de ona kızdım.

“Çabuk dışarı çık” dedi.

Ceza verdi, kapıda on dakika bekledim.

Geri çağırdı.

Girerken gülerken girmişim, “Birde utanmadan gülüyor” dedi.

Hep azar işittim, hep kendimi müdür odasında buldum, fırça yedim.

Annemi toplantıya çağırdıkları zaman:

“İkizin durumu harika da bu eh işte” denilerek kıyasıya büyüdüm.

“Özge bak senden çok şikayet var” diyerek bir de ev laf yerdim.

Diyeceğim o ki…

Bir tane eğitimci de “bu çocuğun da yeteneği başkadır belki” diye sorgulamadı.

Naçizane tavsiyem.

Eğitimim sistemine çok da takılmayın.

Elinizden geleni yapın, gerisini bırakın.

Gözyaşıyla mı çıktınız sınavdan, çok da üzülmeyin!

Kaderinizi kendiniz yazacaksınız.

Attığınız her adımla, mücadele verdiğiniz her fikirle.

En baştan başlayarak, sil baştan başlayarak.

Sonra bir bakmışsınız başarı kendiliğinden gelmiş.

Beni bir görseler, o eğitimcilere, “Sizin umudunuz yoktu benden ama ben bakın adam oldum” diyesim var da.

Aman neyse…

O zaman da öyleydi.

He bu arada bir gün de evin önünde kavgaya karıştım.

Mahallede sevmediğim bir çocuk toplamış 10 kişi gelmiş.

Biz de üç kişiyiz.

Evin önünde girdik birbirimize.

Arkadaşlar, şu ara sokakta kavga edebilir miyiz, babam balkona çıkacak şimdi diye bağırdım.

Kavgamıza ara sokakta devam ettik.

Biz öyle bir çocukluk, öyle bir gençlik yaşadık.

Baba korkusu da vardı saygı da.

He kavga mı ne oldu?

Toplanan çocuklarla birlikte karakolluk olduk.

Biz üç kişiydik dedim ya, doğal olarak dayak yedik, arkadaş babasına şikayet etti, o da polise.

Değişiklik oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi