Gürcan Banger
Geriye dönüp değişimi hatırlamak
Eski siyasetçiler için halkın talebini Gelincik sigarasının karton kutusunun arkasına yazdıkları, Ankara’ya dönerken de arabanın penceresinden atıverdikleri hikâyesianlatılırdı. Gelincik sigarası kalmadı ama eğer iktidar gücünüz yoksa hâlâ aynı manzarayı izlemeye devam ediyoruz. Özetle; ülkemizde işler ağır ilerlemeye devam ediyor. Halkın bizzat kendisi henüz iktidar olamadı. İktidarı elde tutan kesimin değişmiş gibi olması mevcudun bir görüntüsünün ötesine geçemiyor. Halkın değerlerini en çok istismar eden, ilgili dönemde iktidar oluyor. Siyaset, henüz halka hizmet aşamasına ulaşamadı.
“Medyanın etki alanı giderek büyümektedir. Bu genişleme sayesinde medya, yargı ve yürütmeye ait alanları da işgale başlamıştır. Habercilik ve eğitim amaçlarını ikinci plana atan medya, kendini adeta hukuk, güvenlik, dış politika, siyaset gibi alanların tek yetkilisi saymaktadır. Reality show, karşılıklı birebir tartışma, haber ve yorum gibi başlıklar altında sunulan programlar bu gerçeğin çok açık ifadeleridir.” Siyasetin içeriğinin bizzat siyasi partiler tarafından boşaltıldığı bir dönemde bu tespitin gerçekliğini bir kez daha kavrıyoruz. Siyasetçiler, siyaset dışı alanlara savrulunca siyaset yapmak başkalarına kalıyor.
Medya hukuk ve siyaset alanını işgal etmenin ötesine geçerek yeni sentetik kültürün oluşmasında da baş hamurcu rolüne soyunuyor. Kültürel erozyonun faktörlerinden biri olmaya 1990’lı yıllarda başlamış: “Medya, (özellikle dış kaynaklı kültür öğelerinin bilinçsiz ve duyarsız aktarımı nedeniyle) geleneksel kurumlarda ve kültür alanlarında çok hızlı çözülme ve dağılmaya neden oluyor. Bu değişimde medyanın etkisini inkaredebilir miyiz? Artan intihar girişimleri, tüketim mallarında ticari marka bağımlılığı, aile ilişkilerimizde Amerikanvari değişimler, klasikler kaybolurken neo-klasiklerin onların yerini alması ve daha neler neler… İsterseniz bir düşünün; yılın en iyi şarkıcısı tercihinizi son 12 ayda kaç kez değiştirdiniz? Özetle; medyanın kendisinden başka kimsenin klasik olmasına tahammülü yok.”
1990’lardan bu yana geçen yıllarda medya sahipliği Türkiye’de daha önemli hale geldi. Medyanın siyaset ile ahlaksız bağlarını her zaman bilirdik. Geçtiğimiz yıllardamedya siyasetle yetinmeyerek mafya ile de bağlar oluşturdu. Medya, siyaset ve mafya, tam anlamıyla dört dörtlük bir ekip oldular. “Medya-mafya işbirliği olasılığı ve dayanışmanın etki alanları giderek büyüyor. Medya-mafya birlikteliği, devlete karşı çekim gücü yüksek yeni bir güç odağı ve yeni bir alternatif oluşturuyor. Demokrasi geleneğinin yerleşmemiş ve sivil toplum güçlerinin zayıf olması, bu odağın güçlenmesi ile birlikte ülkenin gelecekte ne olacağı sorusunu cevabı giderek bulanıklaşıyor. Mafya, gerek spor gerekse başka etkinlikler aracılığıyla kendini medyada aklıyor. Sanki medya değil, hakemin ve karşı takım oyuncularının satın alındığı şikeli bir maç…”
Üçlünün, medya ve mafya bölümünü anlamak biraz daha kolay… Üçlünün diğer öğesi olan siyasetin hedefinde en kısa yoldan devleti ele geçirmek var. Kirli siyasetin devlet mekanizmalarında etkin olmasıyla birlikte yeni bir görünüm ortaya çıkıyor. Devletin derinliklerinin de katılımıyla üçlü, bir dörtlü haline dönüşüyor. Sahnedeki klonlanmış aktörler değişiyor ama oyunu yazıp gerçekten oynayanlar asla değişmiyor.
1970-90 arası şöyle bir görüntü oluştu: “… yurttaşlar, bir bellek yitiminden kurtulmuşçasına alt kimliklerini hatırladılar. Giderek yurttaşlar ve toplulukları için alt kimlik, üst kimlikten daha önemli hale geliyor. Bu amaçlı siyasi ve sivil örgütlenmelerin büyük bir hızla arttığını gözlüyoruz.”
Seçim listelerine bakıldığında; bunların hazırlanmasında siyasi birikim ve deneyim yerine yine etnik, kültürel ve dini tercihlerin etkin olduğunu görürüz. Listelerde herhangi bir şehirdeki bir dini cemaatin oylarını almak için bu topluluğa yakın bir aday tercih edilmiştir. Baskın hemşehrilik duygusu ile hareket eden oyları almak için bu yönünü ortaya koyan adaylar listede yer almıştır. Ülkenin doğusundan göç etmiş kişilerin oylarını almak için o kesimi temsil eden bir aday listede yer bulabilmiştir. Özetle; aday atamaları dini, kültürel ve etnik tabana oturtulmaya çalışılmıştır. İşin daha üzücü olan yanı, iktidara aday partilerden bu yaklaşımın dışında kalabilen yoktur. Bir bakıma; insanların gen yapısı, kafa yapılarının önünde olmaya devam etmektedir.
Bu yaklaşımdaki temel fikir, ne pahasına olursa olsun iktidarı ele geçirme ve rantıyandaşlarla paylaşma düşüncesidir. 1990’larda görünen manzara şöyleydi: “Birer toplumsal atom olarak öne çıkan alt kimlikler, hızla içe dönüyor. Kendi içlerine yönelik olarak aşırı politize olurken, dışarıya karşı depolitize oluyorlar. Diğer atomlarla aralarında bir iletişim ortamı olması gereken demokrasiyi, yalnız kendileri için ve kendi içlerinde kullanmak üzere istiyorlar. Kimlik içi demokrasi saat gibi işlerken, kimlikler arası demokratik süreçlerde aksamalar oluyor.”
1990’larda görünümü hatırlayalım: “Bazı kimlik bloklarının (kimlikleşmiş baskı ve çıkar gruplarının), devleti diğer gruplarla uzlaşarak birlikte dönüştürmek yerine kendi başlarına ele geçirme eğilimlerinin arttığını gözlüyoruz. Kimlikler, rant arama ve kollama mekanizmaları haline dönüşüyor.”
Partiler, daha fazla oy alabilme pahasına iktidarlarını siyaset dışı kimlikler üzerine kurmaya aşırı istekliler. Etnik, kültürel ve dini kimlikler de buna son derece güzeluyum gösteriyorlar. Sözün özü; Türkiye’de feodalite, yükselen trendleriyle iktidar olmayı sürdürüyor.
(20 küsur yıl önce bunları yazmışım.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.