Hastalıklı Siyaset

 


 


Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan’nın kurduğu yeni partiler ve Muharrem İnce’nin başlattığı hizip hareketi ‘monolitik’ hale gelmiş siyasette gündemi tekrar ‘konuşulma noktasına terfi ettirdi’. İnce’nin hizip hareketi, muhtemelen önce parti içinde iktidarı ele geçirme, olmazsa hizbi dışarı taşıyarak yeni bir parti kurmayı hedefliyor. Ana muhalefet partisinin parçalanması amacına yönelik olarak da iktidar kanadı İnce’den ‘desteğini esirgemiyor’. Bu toplumun siyaset algısı, ‘hangi ortamda olursan ol, erki ele geçir’ üstüne kurulmuş. Nimetlerden yararlanılma noktasından vatandaşa hizmet mertebesine terfi edilemedi bir türlü…


 


Bir örnek hatırlıyorum. Demokrasi, adalet ve dürüstlük konusunda mangalda kül bırakmayan bir iktidar partisinin yandaşı olan bir kişi, parti yöneticilerine doğru şöyle haykırıyordu: “Eğer biz iktidar olduğumuz dönemde şu müdürü görevden alıp yerine bizden birini getiremeyeceksek, iktidar olmanın anlamı nedir?” İşte; siyasal ve kültürel yönden az gelişmiş bir ülkede siyasetin gerçek yüzü budur. İşin aslı esası bu: “Aday olacaksın; seçilirsen gücü elinden tutmanın nimetlerinden yararlanacaksın. Aday olacaksın; seçilemezsen, siyasi yandaşların sana yönetim kurulu üyeliği, ihale, etik olmayan yollarla iş verecekler; ama sen de onların payını unutmayacaksın. İktidar partisinin ve onun yönetimlerinin hararetli destekçisi olacaksın; eminim, er geç senin payına da bir şeyler düşecektir.


 


Garip bir yönetim ve denetim anlayışımız var. örneğin pek çok durumda çevreyi kamunun kurum ve kuruluşları kirletiyor ama ilginç bir biçimde çevrenin korunmasını ve bu amaçla denetlenmesini devletten bekliyoruz. Benzer biçimde; siyasetin kendisinde kirlilik ve yozlaşma had safhaya varmış, ama bizler saf saf bu sefilliği siyasetin temizlemesini bekliyoruz.


 


Her dönemde siyasetin hastalık düzeyindeki yolsuzluk ve usulsüzlükleri yazılı basının manşetlerini ve görsel medyanın haber kuşaklarını işgal etmiştir. Ama ülkemizde siyasetteki yozlaşmanın boyutları ve siyasal hastalıkların nitel – nicel özellikleri üzerine çok kapsamlı araştırmalar da fazla değildir. Hele, siyasetin bir rant kollama ve çıkar sağlama sistemi olarak kabul edildiği düşünülürse; siyasal hastalıkların üstüne gidilmemesini üzülerek ama bu şartlar altında normal karşılamak gerekir. öyle ki; siyasetteki bazı hastalıklı uygulamalar, kamuoyu tarafından bu sürecin sıradan ve olağan bir parçası olarak kabul edilmeye başlamıştır. Belediyeyi kazanmış olan siyasi partinin yandaşlarının yerel yönetimin işlerinden nemalanması, bazı milletvekillerinin iş takip etmesi ve karşılığında komisyon alması, partiye yüklü bağış yapmış ama seçilememiş adayların makam veya iş olarak taltif edilmesi gibi durumlarda “Bal tutan parmağını yalar” denilerek tepki bile gösterilmemektedir.


 


Türkiye’de soygunun her dönemde ana kaynağı kamu olmuştur. Garip bir çelişki olarak; kamu kaynaklarının talan edilmesi, özelleştirme sürecinin de ana unsurlarından biridir. Soyulmasın diye özelleştiriyoruz iddiası ile özelleştirilirken de soyulmaya devam ediliyor.


 


Kimi zaman devleti içi su dolu bir büyük varile benzetiyorum. Farklı siyasi, etnik veya kültürel toplulukların her biri, varile bir musluk takıp kamu kaynaklarından kendi kovasına aktararak nemalanmak istiyor. Bu konuda farklı rantçı - çıkarcı kesimler arasında bir kavga yok. Tartışma, ancak varilden çalınan suyun paylaşılması sırasında oluşuyor. Kamuyu soymada ortak ama paylaşırken kavgalı… çünkü herkes, aslan payını kendisine istiyor. Bu da ülkemizde siyasetin neden sadece kendisi için demokrat olduğunun bir başka açıklaması.


 


Bize benzeyen ülkelerde rant ve çıkar temelli siyasal hastalıkları, siyasal ve yönetsel yolsuzluklar olarak iki ayrı kategoride ele almak mümkün. Genel anlamda her bir hastalık sürecinin bileşenleri arasında siyasetçiler, bürokratlar, çete örgütlenmeleri ve rant peşinde koşan kişi veya kuruluşlar dikkat çekiyor. Konunun en ilginç yanlarından birisi, güya bir kamusal alan oluşturma çabasında olan sivil toplum kuruluşlarının bir bölümü de bu soygun düzeninin parçası olarak süreçte yer alıyorlar. Soygun sisteminin bileşenleri listesini tamamlamak üzere bazı etnik, kültürel ve inanç temelli örgütleri de saymamız gerekir.


 


Rant ve çıkar temelli siyasal hastalığın ne olduğuna ilişkin bir soruşturma yapsak; partizanlık, rüşvet veya haraç gibi unsurlar üzerinde genel kanaatin oluştuğu bir görünüm ile karşılaşmamız muhtemeldir. Siyasal hastalıklar konusunda kapsamlı bir çalışma yapıldığında; bu konunun irtikâptan milletvekili ticaretine, rüşvetten eş-dost kayırmacılığına kadar; neredeyse bir bilim dalı olabilecek zengin çeşitlilikte olduğunu görürüz.


 


Siyasal hastalıkların önü alınabilir mi? Bu soruya cevap vermek için bir başka duruma bakalım. ülkemizde yaşanan pek çok ekonomik veya toplumsal sorunun, kitlesel düzeyde sağlık veya sosyal güvenlikle ilgili sıkıntıların veya hijyen problemlerinin gelişmiş ülkelerde yaşanmadığını biliyoruz. Bu olumlu ortamın nedenlerini araştırdığımızda; sorun yaratabilecek tehditlerin henüz kaynağında yok edildiğini ve bu tehditlere karşı bir kamusal bilinç oluştuğunu görüyoruz. Dolayısıyla siyasal hastalıkların önü alınabilir ama öncelikle bir kamusal bilinç oluşması gerekir. Henüz bu bilincin oluşması yönünde yeterli çaba içinde olduğumuzu söyleyemeyiz.


 


öyle anlaşılıyor ki; bugünkü siyaset düzeni içinde rant ve çıkar esaslı siyaset anlayışının yok edilmesi zordur. Bu nedenle; ülkenin sorunları ve çözümleri konusunda yetkin, birikimli ve dürüst yeni kadrolara ve daha da önemlisi geleceği sağlıklı biçimde tanımlayan paylaşılabilir bir siyasal vizyona ve söyleme ihtiyaç var. Bitpazarına nur yağmasını beklemenin bir hayal bile olamayacağını tekrarlamak isterim. Yeni gibi görünen şartlarda ‘erk sevdalısı’ eski siyaset; işin özeti bu…


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi