
Gürcan Banger
Kendini görme kusurları
Kendimizi görmek için bir ayna gerekir. Başka insanların kusurları daima görme mesafemizdedir. Çevremizdeki insanların kusurları gözümüzün önündeki iken, kendi kusurlarımızı görmek ve kabul etmek ise yaşamın acımasız aynasını gerektirir. Kendi kusurumuzu görmez, başkasındakini abartırız.
Bazen kusurlarımızı görmek konusunda bize ayna olabilecek olayları yaşar ama gerekli dersi almayız. Kimi zaman çekememezlik nedeniyle, bazı durumlarda dostlukla kusurlarımızı yansıtan kişiler olur. Eğer yeterli olgunluğa erişememiş isek bu karalama, eleştiri veya uyarılara arkamızı dönmekte gayet usta oluruz. Başkalarını kolaylıkla gören gözlerimiz, kendi eksik ve zayıf yönlerimizi görme konusunda tam anlamıyla bir köre dönüşür.
İnsanın kendini görmesi ve kabul etmesi için gerekli olan olgunluğa erişmek hiç kolay değildir. Fakat zor olanı başarmak, bir dağcının zirve için hissettiği erişme tutkusuna benzemek zorundadır. Çünkü kendi kusurlarını görme cesaretine sahip kişi, muhtemelen kusur işleme ihtimalini de azaltacaktır.
Kusur, sözcük anlamı olarak eksiklik, noksanlık demektir. Bir işi bilerek veya bilmeyerek gerekli ve yeterli düzeyde yapmamak da kusur olarak isimlendirilir. Bu nedenle kusurlu işi, bir hata olarak görebiliriz. Eğer bir ölçekleme yapacak olursak, hata yapmaktan daha zararlı olan, o hatadan ders almaksızın kusurun devamına veya tekrarına geçit vermektir.
Kusurlu bir özelliğimizin hataya dönüşmesi, her zaman denetleyebileceğimiz bir durum olmayabilir. Kimi zaman koşullar bir kusurlu davranışa sürüklenmemize yol açabilir. Önemli olan, bir sonraki benzer durumda hatadan nasıl ders çıkardığımız ve davranışımızı yeni durum için nasıl düzenlediğimizdir.
Kendi yaşamımdan ve gözlemlerimden çıkardığım derslerden biri şudur. Kusursuz olmak neredeyse mümkün değil. Bir Çin atasözü, “Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüş, diğeri ise doğmamıştır” diyor. Kusursuzluk insanlara özgü olmadığına göre; kusurlarımız ile şanssızlık olarak adlandırdığımız olaylar arasında doğru ilişkiyi belirlemek ve anlamak zorundayız. Bu kavrayış, büyük bir olasılıkla bize talihsizliklerimizin, kusurlu yanlarımız ile ilintili olduğu ve bunları düzeltme konusunda doğru davranmadığımız ipucunu verecektir.
İnsanların pek çoğu, eleştiriler konusunda tahammüllü değildir. Kusurları gösterildiğinde bunu olgunlukla karşılayan bir kişi bulmak da hiç kolay değildir. Bir kusura işaret etmek, çoğunlukla şiddetli bir itirazla karşılaşır. Eğer bir kusurun açıklanması, toplum önünde yapılırsa devamında bir ruhsal çöküntü de getirebilir. Bu konuda Aristoteles’in sevdiğim bir anlatımı var. Felsefe dünyasının iz bırakmış düşünürü, “Arkadaşının kusurlarını ona yalnızken söyle; başkalarının yanında ise onu öv” diyor. Bugünün çıkar ve beklentiler dünyasında kusurlarımızı uygun biçimde söyleyebilecek böyle güzel özelliklere sahip arkadaşlar bulabilmek gerçekten ‘iyi şans’ olarak kabul edilmeli.
Kusurlarımız konusunda onları ciddiye alıp üzerinde düşünmek yerine bunlara yönelik eleştiriler hakkında taraf olmayı tercih ederiz. Çoğu zaman; ifade edilen kusurumuza karşılık neden bunun kusur kabul edilmemesi gerektiğine dair tezler geliştiririz. “Bende bu var, ama sende de şu var” türünde karşılık vermeye çalışan tartışmalarla kendimizi haklı çıkarmayı deneriz. Çoğu zaman bu tartışmalara bir ruhsal yıkım da eşlik eder. Sevilmediğimizi ve kabul görmediğimizi düşünür, üzülürüz. Konfüçyüsçü düşünürlerden Mong Dse’nin şu sözleri ufuk açıcı olabilir: “Kim başkalarını seviyor, ama karşılığında başkalarından sevgi bulamıyorsa, onlara karşı olan davranışlarını gözden geçirmelidir.”