
Gürcan Banger
Küresel veya Yerel Kent
Yayınlanma:
Dünyaya çevreci akımın bir faktör olarak kendini ortaya koyması 1980'li yılların başıdır. Çevrecilik, özellikle sanayi işletmelerinin ve elektrik santrallerinin çevreyi kirletmesi üzerine kurgulanmış tepki ile kendini gösterdi. Ardından doğal yaşamın yok edilmesine yönelik tepkiler buna eklemlendi. 1995'lere kadar olan dönemde çevrecilik, siyaseti de içine almak üzere bir heyecan dalgası halinde ülkeden ülkeye yayıldı. Ülkemizdeki çevre ve doğa koruma örgütlerinin pek çoğunun kuruluşu bu 15 yıllık döneme denk düşer.
1990'lı yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ulusal ve yerel düzeyde de kültürel kimlikler daha fazla önce çıkmaya başladı. Bu dönemde yerel tarih, yerel kültür üzerine yapılan çalışmalar arttı. Bu yönde çalışmalar yapan sivil gruplar ve sivil toplum kuruluşları oluşmaya başladı.
Bu gelişmede 1980 sonrasında kentlerin turizme yönelmelerinin de etkisi oldu. Yeni kaynak arayışlarına giren yerel otoriteler, yerel turizmin değişik türlerini yeni ve sonsuz gelir kaynakları olarak algılamaya başladılar. Böylece yerel ve etnik özellikler, söz konusu yörede var olmuş eski uygarlıklar hatırlanmaya başladı. Kentler ve bölgeler arasında oluşan rekabet, yerel tarihe, arkeolojiye ve etnografyaya olan ilgiyi daha da canlı hale getirdi.
1980 sonrasında yer alan gelişmelerden birisi de bilişim ve iletişim teknolojilerindeki olağanüstü gelişmeler oldu. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sayesinde dünya küçülürken bir yandan da kültürler birbiri içinde eriyerek aynılaşmaya başladı. Büyük devletler ve dev tekeller, kendi belirledikleri kültür modelini ve ürünlerini dünya çapında yaymaya başladıklarında insanlar kendi kültürel kimliklerini koruyabilmek için yerel kimliklerine sıkı sıkıya sarıldılar. Böylece yerellik, dünya ölçeğinde bir yönelim oldu. Sonuçta kent turizmi, yerel tarih grupları, yerel arkeoloji toplulukları, yerel kültür projeleri hızla yaygınlaştı.
Küresel kültürün saldırgan işgali karşısında yerellik, yerel kültür ve kimlikler ne kadar dayanabilir? Doğrusu, yerelliğin küreselleşmenin yok edici saldırısı ve iletişimin giderek kolaylaşması karşısında çok etkili olabileceği konusunda emin değilim. Klonlanmış amorf bir küresel kültüre doğru yol alıyoruz.
Sadece küreselleşmeye bağlamamak lazım aynılaşmayı... Kentlerin giderek birbirine benzer hale gelmesinde, kentin yaşamda ve görünümde aynılaşmasında gelenekten uzaklaşmanın da etkileri var. Bazen çağdaş mimari denen şeyin içinde yaşadığımız bir ucubeler müzesi olduğunu düşünüyorum. Bu konuda haksız olmadığımı kanıtlamak son derece kolay... Kentin merkezini hayal edin. Bu kenti, diğer kentlerden ayırt eden özellikler olup olmadığını düşünün. Yaşadığınız yerleşim özelinde de kentlerin pek birbirinden farkları olmadığını fark edeceksiniz. Ve giderek kaybolan geleneksel yerleşim bölgelerimizi dolaştığınızda hepsinin kendine özgü nitelikleri ve yaşam biçimleri olduğunu şaşırarak göreceksiniz. Aynılaştırıyoruz, sevimsizleştiriyoruz, kentleri yaşanamaz hale getiriyoruz. İşin kötüsü, bunu da çağdaşlık adına yapıyoruz.
Yerellik, öncelikle orada, o yerleşimde yaşayan insanlara aittir. Dolayısıyla; yurttaşlar iyileri ve olumluları olduğu gibi sorunları da sahiplenmeyi bilmeli ve birlikte çözümler üretebilmeli. Küreselleşen ve dijitalleşen çağ, yerel değerleri korumak adına bunu gerektiriyor. O halde; tüm insanların daha mutlu olacağı toplumsal düzene geçişe yönelik enerjimizi ortaya koymak zorundayız. Buna ilişkin kurumsal ve toplumsal yapılanmanın değer akslarını şekillendirmeli, bu değerlere ilişkin ilkelerin benimsenmesi çalışmalarını talep ve beklentilerimiz arasında sıralamalı ve gereğini yapmak üzere sesimizi yükseltip örgütlenebilmeliyiz.