
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Meseleleri yumrukla çözme yöntemini hiç benimsemedim ki...
Dün bu köşede yazdık.
"Bir şehirde, aynı partinin iki Belediye Başkanı arasında bir sıkıntı varmış algısı yaşanıyorsa, iki kişiye çok büyük görev düşer. Bunlardan biri o partinin o şehirde bulunan genel merkez yöneticisidir, diğeri ise o partinin o şehirdeki il başkanıdır" dedik.
Ardından da...
CHP'nin Eskişehir'de bulunan parti Meclisi üyesi ile İl Başkanının, iki belediye başkanı arasında sıkıntı yaşandığına dair algıya yönelik bir girişimde bulunup bulunmadıklarını merak ettiğimizi dile getirdik.
CHP Parti Meclis üyesi ve Eskişehir milletvekili Gaye Usluer aradı yazı ile ilgili.
Kendisinin 2011 yılından bu yana Parti Meclisi üyesi olduğunu ve bu görev süresi içinde meseleleri yumrukla halletme yoluna gitme yöntemini hiç mi hiç benimsemediğini, Genel Başkanın dahi böylesine bir yönteme başvurmadığını söyledi önce.
Ardından da...
-"Parti tüzüğünü bilen,o doğrultuda davranmak durumundadır. Zaten davranılmıyorsa da kurallar işler. Bunu ben söyleyecek ve öğretecek değilim ki" dedi.
Gaye Usluer, CHP'nin iki Belediye Başkanı arasında sıkıntı yaşandığına dair yazılıp çizilen ve konuşulanların bir algı yanılsaması olduğunu söylüyor.
Zaten gelinen noktada, her iki Belediye başkanının da mevcut durumu toparlayarak bu algıyı ortadan kaldırma girişiminde bulunduklarını söylüyor.
-"Bundan sonra daha da iyi olacak" diyen Gaye Usluer "Benim en büyük endişem partinin zarar görmemesi noktasındadır. Yapılan hareketlerin, söylenilen sözlerin partiye zarar verebileceği endişesi ile gelinen noktada yaşanacakların, başka birilerine fırsat doğurabileceği endişesi taşırım. Zaten böyle bir noktada da görevimin gerektiğini yerine getirme yoluna giderim" diyerek tamamlıyor sözlerini.
***
Siyasetin olduğu yerde vefa olmaz...
Bilinen ve anlatılan bir hikayedir anlatacağımız.
Hatta gerçekten yaşanmış olduğu da söylenir.
Aynı mahallede doğmuş, çocuklukları birlikte geçmiş, uzun zaman kader birliği yapmış, çok yakın iki arkadaştan birisi yıllar sonra siyasete atılır.
Bu arkadaş siyasete atılır atılmaz, Yüce Yaradan'ın "Yürü ya kulum" dediği kullarından birisi olur.
Siyasete yeni girmesine rağmen yıldızı hızla parlar.
Ve gün gelir seçilme durumu oluşur. Bu arkadaş içinde bu kaçırılmaz bir fırsattır.
Böyle fırsatlar insan hayatında kaç kez ele geçebilir ki?
Hemen büyük bir hevesle hummalı bir seçim çalışması içinde bulur kendini.
Toplumsal daire genişler, yağcılar, soytarılar adamın etrafında yaldızlı haleler oluşur.
Adam artık iyiden iyiye havaya girmiştir.
Bütün bunları dikkatle bir köşede seyreden diğer arkadaşı, bir kaygısını dile getirmekten kendisini alamaz..
"Yahu" der, "Sen seçilir seçilmez beni unutursun, dönüp bana bakmazsın bile, bu konuda ciddi endişelerim var..."
"Olur mu" der, arkadaşı, "Olur mu öyle şey. Bak göreceksin seni hiç unutmayacağım. Seçilir seçilmez sana odamın kapısı her zaman açık olacaktır. Hatta o kadar ki sen sadece sekreterimle bana 'O geldi' dedirt gerisine karışma."
Arkadaşı ister istemez bu sözler üzerine, bu çok yakın arkadaşının kendisine duyduğu vefadan ötürü duygulanır ve rahatlar.
Seçimler sonuçlanır, politikada yıldızı parlayan şanslı arkadaş seçilir ve
İki arkadaş bir süre görüşmezler.
Bir süre sonra çözülmesi gereken bir iş çıkar. Geride kalmış arkadaş vefa duygusu içerisinde yollara düşer...
Giderken de, "Bana bu zor günümde yardım etmeyecek de ne zaman yardım edecektir" rahatlığı içindedir...
Gider, arkadaşının odasını öğrenir. Tutuk ve ürkek adımlarla içeri girer, kendisini karşılayan sekretere arkadaşı olan seçilmişle görüşmek istediğini söyler.
Sekreteri haber vermek için içeri girer çıkar ve görüşmek istemediğini söyler.
Arkadaşı şaşırır, "Olur mu hiç sekreter hanım, lütfen bir kez daha girin ve sadece 'O geldi' diye söyleyin" deyin der. Sekreter yine odadan içeri girer ve yine aynı yüz ifadesiyle çıkar.
"Beyefendi dediğiniz gibi yaptım. Ama yine görüşmek istemediğini söyledi."
Bu sözler üzerine vefalı arkadaş yıkılır.
Üzüntü ve de kızgınlıkla odadan içeri dalar, dişlerini sıkar, ve arkadaşının duyacağı şekilde mırıldanır.
"O geldi, o geldi, o geldi..."
Seçilmiş istifini bozmaz, hafifçe doğrulur ve bütün ilkel yanları bileylenmiş bir biçimde çıkışır.
"Kardeşim tamam anladık. Sen O'sun olmasına da ben o eski ben değilim."
Ve son cümlesi de koruma polislerine;
"Lütfen o beyefendiyi odadan çıkarın!" olur.
Siyasette vefa ne naman gündeme gelse işte bu hikaye anlatılır.
O yüzden...
Siyasette birlikte çıkan yol arkadaşlarının gün gelip ayrıldıklarını, birbirlerinin önünü kesmeye çalıştıklarını, birbirine düşman olduklarını görünce şaşırıyoruz ya...
Aslında hiç mi hiç şaşırmamak lazım...
Çünkü...
Hikâyede de olduğu gibi siyasetin olduğu yerde vefa kesinlikle olmuyor.
***
Kaldırımlar ideal ama üzerleri öyle mi?
Eskişehir'in belki pek çok olumsuz yönü var.
Ama...
Olumlu yönleri de mevcut.
Bunlardan biri de Kaldırımlar.
"Kentlerin modernliği, kaldırım yüksekliği ile ölçülür" diye bir söz var.
Bu aslında son derece doğru söylenilmiş bir söz.
Türk Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından yayımlanan 'Şehiriçi Yollar - Yaya Kaldırımı Koruyucu Engelleri - Tasarım Kuralları' el kitabına göre, ideal kaldırımlarda aranacak nitelikler şöyle belirlenmiş:
· Yayanın ayağının takılacağı beton veya demir baba veya diğer herhangi bir çıkıntı, bitmiş kaplama taşında topukların girebileceği genişlikteki delikli yüzeylerden kaçınılmalıdır.
· Kaldırımların genişliği, elverişsiz hallerde üç metreye kadar inebilir. Ancak bir metreden az olmamalıdır.
· Kaldırımlar üzerinde yürümeye engel olarak çiçeklik, taş, demir, trafik işareti, ilan levhası, ağaç gibi elemanlar, yayaların takılabileceği çıkıntı ve delikler bulunmamalıdır. Bordür taşı üst seviyesi, taşıt üst yolu kaplamasından en fazla 15 santimetre yüksek olmalı. Kaldırımların üzeri sökülüp takılır malzemeyle kaplanmalıdır.
Bu kriterlere baktığınız zaman Eskişehir'in merkezinde ki kaldırımların fena olmadığını söylemek mümkün galiba...
Ancak...
Fena olmayan kaldırımların üzerleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Çünkü...
hepsinin üzeri ya tezgah,ya mal,ya da bisikletlerle dolu...
***
BİRAZ DA GÜLMEK LAZIM
Bir İngiliz turist, Mısır'daki Tutankamun heykelini ziyaret ederken, orada bulunan müze tercümanı gence sorar:
- Bu heykelin yaşı kaçtır?
Memur cevap verir:
- Dört bin bir sene, altı ay, on gün...
Turist çok şaşırır ve hemen sorar:
- Bu kadar ince bir hesabı buralarda hangi teknikle bulabiliyorsunuz?
Tercüman kendinden emin bir eda ile cevap verir:
- Teknik falan değil, ben burada işe başladığımda bunun dört bin senelik olduğunu söylemişlerdi. Bense bir sene, altı ay, on gündür çalışıyorum. Sonuç ortada.