MÜCEVHERLER VE MODA ÜZERİNE

Yeşil elmas, en ender ve değerli elmastır.
Elmas asitte bile bozulmaz. Elması bozan tek şey yüksek ısıdır.
Brezilya'da çıkarılan elmaslar Afrika'dakilerden daha serttir.
Kristaller kendi kendilerine üreyerek büyürler. Mineraller dünyasının "canlı" olmaya en yakın üyesi bu nedenle kristallerdir.
Dünyanın en değerli elmasları mavi-beyaz renkli olanlarıdır.
Yakut, safir ve zümrüt özgün mineraller değildirler. Yakut aslında alüminyum oksit adı verilen bir mineralin kırmızı ve safir de aynı mineralin mavi halidir. Zümrüt ise berilyum alüminyum silikat adı verilen başka bir mineralin yeşil ve sutaşı da aynı mineralin mavimsi halidir.
Yirmi dört ayar altın da som altın değildir. Onun içinde de bir miktar bakır olması zorunludur. Yüzde 100 saf altın o kadar yumuşak olurdu ki elinize alıp onunla hamurla oynar gibi oynayabilirsiniz.
Alman gümüşü olarak bilinen madenin içinde hiç gümüş yoktur. Bakır, çinko ve nikel alaşımından oluşan bu maddenin özelliği gümüş gibi parlaması, hatta gümüş gibi kararmamasıdır. Bu madeni ilk ede edenlerin Almanlar olduğu sanıldığı için Alman gümüşü olmuştur.
"Çekim gücü" anlamına gelen "magnetizma" sözcüğü Batı Anadolu'daki Magnezia, ya da bugünkü adıyla Manisa'dan gelmektedir. Yüzyıllar boyunca buradan çıkarılan ve çekim gücü olduğuna inanılan siyah bir taş denizciler tarafından pusula gibi kullanılmıştı.
33 yaşında iflas eden borsa simsarı John Reynolds taşıyanın ruh haline göre renk değiştirdiğini iddia ettiği yüzüklerden üç ayda 40.000.000 tane (tanesi 25-40 dolar arası) satarak yüz günde dolar milyarderi oldu. Oysa yüzüklerin taşlarının yapıldığı kristallerin tek özelliği bulunulan ortama göre renk değiştirmesiydi.
On sekizinci yüzyıl İngiliz erkekleri o kadar dar pantolonlar giyerlerdi ki, pantolonları tutup içine girebilmek için özel maşalar kullanılırdı.
Avrupa'da on birinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar sivri burunlu ayakkabılar kullanılırken, Ortadoğu bölgesinde ayağı kızgın kumlardan yüksekte tutabilmek amacıyla ayakkabılara topuk ilave edilirdi ve on altı ve on yedinci yüzyıllarda ise bütün ayakkabıların topukları, kırmızı renge boyanıyordu. Öte yandan, on sekizinci yüzyıla kadar Avrupa'da kadın ve erkekler aynı tür ayakkabıları giyiyordu. On dokuzuncu yüzyıla kadar ise tüm dünyada sağ ve sol farkı olmadan 'her iki ayak için eş ayakkabılar' kullanılıyordu. Sağ ve sol ayaklar için ayrı ayrı ayakkabı üretimine, ilk olarak ABD'nin Philadelphia kentinde başlandı.
Büyük İskender döneminde sarışın olma modası vardı. İnsanlar o zamanlar da modaya uymak uğruna saçlarını potasyum hidroksitle ve bitki özleriyle ağartıyorlardı.
Eski Japon geyşaları saçlarını bozmamak için karabuğday kabukları doldurulmuş torbaları başlarına sararak uyurlardı.
MÖ 1500 yılında eski Mısır'da bir kadının başını tamamen kazıması güzelliğin en üst derecesi kabul edilirdi. O günün Mısırlı kadınları bugünün kadınlarının kaşlarını aldıkları gibi, saçlarını cımbızla alırlar ve sonra da parlatıcı sürerlerdi.
MÖ 1400 yılında eski Mısır'ın sosyetik hanımları arasında başlarının üzerine koni halinde içyağı koyarak bütün gün öyle gezme modası vardı. Gün ilerledikçe yağ Güneş'in etkisiyle erir ve yüzleri ve bedenlerine damla damla yayılan iç yağının onlara bir çekicilik kattığına inanılırdı.
Rönesans dönemi tablolarını bir daha gördüğünüzde dikkat edin, o dönem İtalyan aristokrat kadınları arasında saçlarını tıraş ederek alnıın genişletme modası vardı.
Panama'da yaşayan San Blas Kızılderililerine göre bir kadın ne kadar iri burunluysa o kadar alımlı ve güzeldir. Hatta bir çok kadın burnunu büyük göstermek için burun kemerinden yanlara doğru siyah çizgiler yapar. San Blas erkekleri de kocaman bir burunun liderlik işareti olduğuna inanırlardı.
On sekizinci yüzyıl İngiltere'sinde kadın perukları bazen 120 cm yüksekliğinde olurdu. Yapılan bu saçlar unla tozlanır, aralarına doldurulmuş minik kuşlar, yapma çiçek ve meyveler, hatta minik gemi maketleri yerleştirilirdi. Bu saç yapımları için o kadar uğraşılırdı ki, saçlar domuz yağıyla yağlandıktan sonra bazen haftalarca, hatta aylarca bozulmadan korunurdu. Ancak bu yöntemin sakıncası da domuz yağının böcek ve fareleri kendine çekmesiydi. Bu saçları bozulmadan korumak için özel, kocaman yastıklar yapılır ve fare ve böcekleri uzak tutmak için de ayrıca önlemler alınırdı. 1795 yılında saç pudrasına aniden ağır bir vergi gelince ki bilerek konulmuş bir vergiydi, bu saç modası çılgınlığı birgecede bitiverdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
AKTÜEL Arşivi