
Gürcan Banger
Salgın, Kent, Yurttaş ve Sorumluluk
Covid-19 salgını yaz ayları ile birlikte tekrar yükselmeye başladı. Maske takma kuralına, sosyal mesafe uyarılarına rağmen bazı kişiler hâlâ sırf ‘canları öyle istediği’ ve takmamak için ‘kendilerince bahaneler ürettikleri’ için maske takmamaya ve sosyal mesafe kuralına uymamaya devam ediyorlar. Hastalığın yaygınlaştığı ortamların düğün, eğlenti mekânı vb. etkinlikler olduğu bilinmesine rağmen birkaç saatlik keyif adına salgının yaygınlaşmasına ‘çanak tutuluyor’. Bir de bu sorumsuz ‘haz anlarını’ ‘marifetmiş gibi’ sosyal medyada yaymaya çalışmaları kendi başına bir ‘efsane’ oluyor. Bunlara ekleyebileceğimiz daha pek çok yanlış algı ve davranış örneği bulabiliriz.
Devam eden salgın dönemi bize bir kez daha gösterdi ki, kişisel ve sosyal sorumluluk ve vatandaşlık bilinci konusunda ciddi eksiklik ve zafiyetimiz var. Vatandaşlar canından oluyor. Salgın nedeniyle çocuklar ve gençler eğitimlerinden oluyor. Ekonomik faaliyetler daraldığından kapanmak zorunda kalan işyeri sayısı artıyor. Hastalık endişesiyle evlere kapanan insanlar beden ve ruh sağlığı sorunları yaşamaya başladılar. Adeta tüm bu olanlar, salgın önlemleri konusunda birtakım kişilerin umurunda bile değil. Bu arada ortada bir suç veya kabahat olduğunda kamu elince cezası olduğu halde kamu yöneticilerinin –yasağa rağmen– örneğin maske kullanmamakta ısrar edenlere karşı neden ceza uygulamadıklarını da anlamıyorum.
Salgın yoğun biçimde kalabalık yerleşimlerde, özellikle kentlerde yaşanıyor. Kent deyince, aklıma önce kentli yurttaşlar gelir; çünkü halk olmadığında kent de olmaz. Kentli vatandaş olmanın getirdiği ayırt edici bir hukuk var. Kentli yurttaşların tüm gelişmiş ülkelerde kabul görmüş hakları vardır. Bu hakların özü, kent halkının iyi yaşam talepleriyle ilgilidir. Kentli olmanın bilinci ise kente ilişkin sorumluluklarının idrakine varılması ile gelişir. Kentli yurttaş gibi kentli yönetici olmanın da durumdan kaynaklanan bir farklılığı var. Bu bağlamda kentte yönetici olmanın temel koşulu, yerel halka hizmet etmektir; çünkü kent halkının insan haklarına saygılı bir çevrede yaşama hakları var.
Yurttaş ve Yönetici
Kentsel yönetim diye bir olgu varsa, bunun ‘müşterisi’ kentli yurttaştır. Dolayısıyla kent adını verdiğimiz ekonomik işletmenin en önemli varlığı kentlilerdir. Bir işletmenin müşterisine verdiği önem gibi kent yöneticisi de halkı anlamalı ve dinlemelidir. Kent halkının taleplerini dinlemek ve taleplere çözüm bulmak için uğraş vermek, asla popülizm değildir. Kent, bireye kendisini geliştirme fırsatları sunmalıdır. Kentli hakları geliştirilmeye açık olmalı, sorumluluk bilincini aşılamalıdır. Böylece kent, bireylerin refahını ve kişiliğini geliştirecek yönde ilerlemelidir.
Kentte yaşayan insanlar, ekonomik ve sosyal olarak daha iyi bir yaşam için daha iyi altyapıya sahip olma haklarına işlerlik kazandırmalıdır. Böylesi bir altyapıyı talep etmek son derece olağandır. Eğer söz konusu altyapı, kaynak ve zaman sorunları nedeniyle bir programa bağlanması gerekiyorsa; bu, halkın katılımı ve iknası yoluyla yapılmalıdır.
Sadece Yöneticiler Değil
Kent olumsuz bir noktada ise; tüm sorumluluk, sadece kentte var olan kurum ve kuruluşlara ya da o kurum ve kuruluşlardaki yöneticilere atfedilemez. Kentin idari makamlarında bulunan kişiler kadar olmasa da, zamanında sesini yüksek perdeden çıkarması gereken ‘okumuş’ bireyler de sorumluluk üstlenmelidir. Kentin bugün bulunduğu noktada kimsenin şikâyet hakkı yoktur.
Kentin yönetim sorumluluğunu almış kişilerden, kentin hizmet birimlerini aktif biçimde ve etik ilkeler doğrultusunda çalıştırması beklenir. Ancak kentlinin de sorunlarına sahip çıkma ve yüksek ses oluşturma sorumluluğu vardır ve bu sorumluluğu yok sayılmamalıdır. Demokrasi, bizzat günlük yaşamın bir parçası haline gelmelidir. Kent adına kentli birlikteliği, halkın katılımı ilkesi etrafındaki katılımcı demokrasinin vazgeçilmez unsuru olmalıdır. Kentte; saygı, hoşgörü, empati, en önemlisi kişisel ve sosyal sorumluluk duyguları hâkim olmalıdır.