Sivil toplum: Bir ileri, iki geri

Bir ülkedeki sivil toplum hareketinin misyonunun en önemli unsurlarından biri vatandaşların hak ve özgürlüklerinin genişlemesidir. Hak ve özgürlük mücadelesi, sivil toplum için –evrensel hukuk çerçevesinde– sivil itaatsizlik olgusundan ayrılamaz. Bir başka deyişle; özellikle katılımcı demokrasinin yeterince gelişmediği ülkelerde –Türkiye, bu örneklerden biridir– sivil itaatsizlik ruhunun sivil toplum faaliyetlerinde önemli bir değere sahip olması gerekir.

Sivil toplum gibi sivil itaatsizlik de zaman içerisinde kısmen değişime uğramış kavramlardan biridir. Bugün sivil itaatsizlik, üstün insani değerler ile vatandaşlık hak ve özgürlükleri adına kamuya açık ve kimi zaman yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, ama toplumun ve vatandaşların daha üstün haklarını çiğnemeyen barışçıl protesto anlayışı şeklinde tanımlanmaktadır.

Buradaki ana fikir, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün genişletilmesi, vatandaşın hak ve özgürlüklerini kısıtlayan yasal veya bürokratik alanın genişletilmesidir. Dolayısıyla sivil itaatsizliğin çağdaş yorumu, temsili demokrasiden katılımcı –hatta doğrudan– demokrasiye doğru olan vizyonun simgesi olmasıdır.

Sivil toplum kavramı içinde sivil itaatsizlik unsuru olmasa ne olur? Böyle bir durumda sivil toplum kuruluşları (STK’lar), –deyim yerindeyse– majestelerinin STK’ları haline dönüşür. STK’lar siyasal iktidarın, devletin ya da bürokrasinin uzantıları haline dönüşür. Böylece sivil toplum değişim ve sosyal dönüşüm vizyonunu kaybeder. Bugün sivil toplum hareketinin ana sorunlarından biri budur. Özellikle siyasal iktidarı elinde tutanların destekçileri, sivil toplumun devlete ve bürokrasiye uyumlu bir yörüngede kalması çabası içindeler.

Sivil topluma devletle ilgili olarak bakıldığında; üç farklı alanda sorunlar görmek mümkün. Birincisi; devletin zaman zaman değişebilen gerekçelerle de olsa düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önünü kesmeye çalışırken, sivil toplumun gelişmesine de engel olmasıdır. Bu nedenle sivil toplum, bizzat sınırları zorlamadığı zaman yasal genişleme ve devletin değişimi mümkün olmuyor.

İkincisi; devlet, sadece yasal mevzuatta zorunlu kaldığı değişikliklerle hak ve özgürlüklerin genişlemesi konusunu ‘idare etmeye’ çalışıyor. Çoğu zaman düşünce ve örgütlenme özgürlüklerinin genişlemesi adına çıkarılan yasalar, bir önceki döneme göre daha kısıtlayıcı olabiliyor. Örneğin dernekler ve vakıflarla ilgili mevzuatın geçmiş döneme göre çok ciddi açılımlar getirdiğini söylemek zor. Bir başka deyişle; devlet, sivil toplumun kendi denetimi dışında olmasına tahammül edemiyor gibi.

Üçüncü olarak; bir de hak ve özgürlükler ile düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün bürokratik yorumları var. Yasal mevzuat, bürokrasi tarafından genelde kısıtlar ve sınırlar lehine yorumlanıyor. Devletin denetim görevinin vatandaşların ve STK’ların hak ve özgürlüklerinin önüne geçtiğini görüyoruz.

Genelde yasal mevzuat, bürokrasinin sivil toplum üzerindeki baskı ve denetim fonksiyonları açısından yorumlanıyor. Devletin STK’lar konusundaki yeni yapılanma biçimlerinin STK’ların önünü açtığını, onların gelişimine destek olduğunu ve bu nedenle sivil toplumun eskisine oranla çok daha gelişmiş olduğunu kim söyleyebilir ki?

Sivil toplumu tanımlarken; toplumun devlet dışında kalan bölümü diye bir tanımlama yapıyoruz. Bu nedenle sivil toplum özünde demokratik, katılımcı, çoğulcu, çok kültürlü, uzlaşmacı ve ortak payda arayan unsurların alanı olmakla birlikte baskıcı, daraltıcı ve zorlaştırıcı devletin geriletilmesi anlamında –evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde– sivil itaatsiz de olmak zorundadır. En azından yaşadığımız şartlarda böyle olmak zorundadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi