
Gürcan Banger
Yaşam odaklı çevre
Günümüzde kentsel yaşam sorunlarının ilk sıralarında yaşam çevresi ve kirlilik konuları geliyor. Çevre kirliliği sorunu, çözüm sürecinde belki vatandaşların en fazla katılımlarının olabileceği alanlardan biridir. İnsan yaşamında tüketimin çeşitlenmesi ile birlikte çevre kirliliği de nicelik ve nitelik olarak değişim gösterdi. Nicelik değişimi, kirliliğin küresel boyutlara varmasını sağladı. Bugün yaşanan küresel ısınma sorunu, yerelden küresele doğru yükselen sorun ölçeği konusunda dikkat çekici bir örnek oluşturur.
Çevre ile ilgili çalışmaların ilk adımı kirliliğin giderilmesidir. Ama ne yazık ki, dünyadaki çevre sorunları, günümüzde giderilme yaklaşımı ile çözülebilecek ölçeğin çok ötesine varmıştır. Çevre, artık günlük yaşamın yaşa, cinsiyete veya sosyal kimliğe bakılmaksızın bir parçası haline gelmiştir. Bu nedenle çevre sorunu, sadece yetişkinlerin ilgilenmesi gereken bir konu olmaktan çıkmıştır. Bu durum, çevre konusunu yaşam boyu eğitim sürecinin bir parçası haline getirmektedir.
Kapsamı nedeniyle çevre herkesin konusu olan bir alandır. Bu nedenle bireylerden ailelere, kamu kuruluşlarından ekonomik işletmelere ve sivil toplum kuruluşlarından yerel yönetimlere kadar her aktörü ilgilendirmektedir.
Çevre sorununun özetlediğim katılımcılık gerektiren yönü, bazı çalışma alanlarının da belirginleşmesini sağlıyor. Örneğin çevre eğitimi ve yurttaş bilinçlendirilmesi, kentsel yaşam sürecinin ayrılmaz bir parçası olmaz zorundadır. Yine bu çerçevede yayın yapma anlayışı, okullardan görsel ve yazılı medyaya kadar her kurum ve kuruluşu içermek durumundadır.
Bugün büyük ölçekli sorunları çözmenin yolu, bu sorundan etkilenen her paydaşın sürecin içinde yer almasından geçmektedir. Bu nedenle belli bir sorun etrafında kamuoyu oluşturulmasının ve ilgili konunun bir sosyal ruh haline getirilmesinin önemi büyüktür.
Her ağacın veya her sokağın başına bir çevre bekçisi koyma şansımız yok. Bunun çözmenin yolu, her vatandaşı çevre konusunda duyarlı bir kişi haline getirmektir. Bu nedenle çevre kirlenmesine ve bozulmasına karşı kentli duyarlılığı oluşturmak önemlidir. Çevre koruma deyince; pek çok insanın aklına yerlere çöp atmamak veya tükürmemek gelir. Fakat yukarıda ifade ettiğim gibi, çevre sorunu her açıdan büyük ölçekli bir konudur. Bu nedenle çevre koruma ve geliştirme konularında model ve proje üretilmesi, bunların ilgili kesimlere anlatılması gerekir.
Katılımcı projelerin en önemli özelliği, uygulamada birlikteliğin sağlanması hususudur. Model ve projelerin halkın ve kuruluşların katılımı ile birlikte uygulanması, toplumu oluşturan unsurların problem çözme performansına da olumlu katkılar yapar.
Bir kent, öncelikle orada yaşayan insanlara aittir. Dolayısıyla vatandaşlar iyileri ve olumluları olduğu gibi sorunları da sahiplenmeyi bilmeli ve birlikte çözümler üretebilmelidirler.
Bir kentteki yeşil alan oranının yükseltilmesi, çevre kirliliğinin azaltılması veya yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanılması çevrecilik adına sıklıkla dile getirilen konular arasında yer alıyor. Ne yazık ki; bir kent ölçeğinde çevreci anlayış –ne denli kapsamlı ve sorgulayıcı olursa olsun– kent yaşamının eklemlenmiş bir unsuru gibi görünüyor. Önce bir kent vardır, sonra o kent kirlenir ve kentin olumsuz çevre etkilerinden arındırılması ve uzak tutulması için çaba gösterilir.
İkinci olumsuzluk, kentin insan odaklı olarak algılanmasıdır. Adeta kente ne varsa hepsi insanlar tarafından sınırsızca tüketilmek için oradaymış gibi bir algı oluşturulur. Bunun adı da insan odaklılık konmuştur. Kentin, canlı ve cansızıyla bir bütün oluşturduğu sıklıkla gözden kaçırılır.
Hâlbuki kent yaşamında insanı orada bulunan unsurlardan sadece biri olarak görmeyi başarmak durumundayız. Dolayısıyla kentleri yapan insanlar olmasına rağmen, kentin üstün varlığı insan olmamalıdır. İnsan, mevcut olanı sınırsızca ve sorumsuzca tüketebilecek meşruiyete sahip olmamalıdır.
Kentte mevcut olanlara baktığımızda; insan yaşamının yanında bitki ve hayvan olarak diğer canlılarla cansız varlıkları görüyoruz. Bu varlıkların tamamı, kentin içsel değerini ve anlamını birlikte oluşturuyorlar. Bu kolektif anlam, insanın kenti istediği gibi tüketmesinin önündeki ana fikirdir. Örneğin; şehirde yaşayan güvercinlerin yararsızlığı veya ağaçların binaları ve trafiği engellediği gibi nedenlerle onları yok etme hakkına sahip değiliz. Yaşamı oluşturan varlıkların değeri, insana yararlılıkları ile ölçülendirilemez.
Kentteki yaşamın değerini, o yerleşimde var olan insanlar, diğer canlılar ve muhtemelen binalar, yollar, kent mobilyaları gibi cansız nesneler oluşturur. Dolayısıyla bu varlıkların zenginliği ve çeşitliliği kent yaşamının değerinin artması yönünde katkı yapar. Bana sorarsanız; bu değerin artmasında yaşamın kendi doğallığına uygun bir zenginleştirme ve çeşitlendirme yaklaşımını tercih ederim.
İnsan olmak veya insan odaklı yaklaşımlar, kentin mevcut değerinin azaltılması yönünde girişimlerde bulunmayı haklı göstermez. Çevrenin kirletilmesi veya doğal yaşamın yok edilmesi ya da kentin geleneksel kültürünün tahrip edilmesi bu değeri düşüren örnekler arasında yer alır. Biliyoruz ki; kentlerin nüfus olarak aşırı büyümesi de kentin toplam değerini düşürücü etki yapıyor.
Kentlere bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. İnsanlar olarak; rant adına kentleri sınırsızca tüketebileceğimiz yerleşimler olarak algılamaktan acilen vazgeçmek zorundayız. Ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik politikalarımızı değiştirmemiz kaçınılmaz. Yaşam odaklı bir algıya varabilmek için bu vazgeçme ihtiyacı kendini dayatıyor.
Daha iyi bir yaşam istiyoruz. Ama bunu daha yüksek yaşam koşulları olarak yorumlayıp toplam yaşamı değersizleştirmek ve bu amaçla yaşamı her an daha fazla ve hızlı tüketmek gibi bir lükse sahip değiliz. Yeni bir kentleşme algısını tanımlamak kolay değil. Mevcut yaklaşım, sürdürülebilir bir geleceği öngörmüyor.