7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Eskişehirli şairlerden Lütfi Kılıç: "Halkın duygularına tercüman oluyoruz"

LüTFü KILIç öZGEçMİŞ   

05.05.1954 yılında Erzincan İli’nin Tercan İlçesi’ne bağlı Küllüce Köyü’nde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Tercan İlçesinde tamamladı. Daha sonra çorum öğretmen Lisesine girdi, 1975 yılında mezun oldu. Aynı yıl öğretmenlik görevine başladı. 1990 yılında Anadolu üniversitesi, Açık öğretim Fakültesi, Eğitim ön lisans bölümünden mezun oldu. çeşitli okullarda idarecilik ve sınıf öğretmenliği yapan Lütfü KILIç, 2010yılında emekli oldu. Başarıyla yürüttüğü öğretmenlik mesleğinin yanında şiirler yazmaya da başladı. Şiirlerinde ilahi aşk, sevgi, hasret, sevinç, hüzün gibi duygulara öncelikle yer verdi. Onları öyle bir işledi ki, meydana gelen şiir yılların tecrübeli ellerinde halı tezgahından çıkmış ipek halıya benzedi. Okumaya, dinlemeye doyulmaz. çok geniş olan kelime dağarcığı duyguların ifadesinde Lütfü KILIç’ a büyük ko-laylık sağladı. Konuşur gibi rahat şiirler yazdı. Hemen hemen her şiiri ayrı bir mesaj içerdi. Sevgi, saygı, hoşgörü ve dürüstlük ilkeleri bütün şiirlerine yansıdı. Şair Lütfü KILIç şiirle hep iç içe oldu. Eğitici ve öğretici yönünü de kullandı şiir dünyasında. Şiirlerini, özellikle son yazdığı şiirlerini topladığı kara kaplı defterini yanından hiç ayırmadı. Nereye gitse o defteri de yanında götürdü. Şiirden söz edilen hemen her yerde o güzel şiirlerinden örnekler sundu. Yukarıda belirtilen özelliklerini Lütfü KILIç’ın şiir dünyasında ki kariyerini sürekli yükseltti. Ankara, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinde düzenlenen şiir toplantılarına katılarak önemli şairlerle tanıştı. Okuduğu şiirlerle kendini tanıttı. 1994 yılına kadar yazdığı şiirlerinin bir kısmını  “Hasret Kervanı” ismiyle kitaplaştırdı. 2003 yılında ise  “İçimde Gökkuşağı” adlı ikinci kitabını şiir sevenlerle buluşturdu.Hakkında Osmangazi üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencileri tarafından bitirme tezi hazırlandı.Katıldığı pek çok şiir yarışmasında ödüller aldı. Lütfü KILIç evli ve beş çocuk babasıdır.


Eskişehirli şairlerden Lütfi Kılıç ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Şiir dünyasına nasıl girdiniz? Aile ve çevrenizde bir edebiyat ortamı var mıydı?   

Ben köyde doğmuşum. Dokuz yaşıma kadar köyde büyümüşüm. Dokuz yaşımdan sonra 1971 yılında çorum öğretmen Lisesi’ni kazanana kadaryazın köyde, kışın ilçede ömür doldurmuşum. Dolayısıyla aile çevremiz içerisinde bir edebiyat ortamı yoktu. Ancak sözlü, anonim edebiyatımızın unsurları olan manileri, ninnileri, türküleri, ağıtları destanları, halk hikâyelerini saymazsak. çünkü bu saydığım türler vatanımızın her tarafında milli kültürümüzün varlığını devam ettiren vazgeçilmezlerimizdir. Hayat halinde olan yani yaşayan edebiyatımızdır. Bir de benim çocukluğumun geçtiği çevrede eski Türkçe, Arap harfleriyle yazılı Yunus Emre Divanı, Ahmediye, Muhammediye, Battal Gazi Cenkleri, Hz. Ali Cenkleri vardı. Uzun kış gecelerinde misafir odalarında bir kişi tarafından sesli okunur, diğer insanlar dinlerlerdi. Bizim misafir odamız olduğu hasebiyle ben de gider, can kulağı ile dinlerdim. Benim çocukluğumda bulunduğum diyarda Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Âşık Garip vb. halk hikâyelerini anlatan kitapçıklar ve satıcısı tarafından teganni ile okunarak satılan destanlar vardı. Bunların dışında ailemizde ve yaşadığım çevrede ciddi bir edebiyat ortamı yoktu.
Ben çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde halk hikâyelerini (Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Köroğlu…) okuyarak, Halk ozanlarını (Aşık Yaşar Reyhani, Murat çobanoğlu, Mevlütİhsani..) ve halk türkülerini dinleyerek, okuyarak destan satanları izleyerek büyüdüm. Bahsettiğim halk hikâyelerini okurken Kerem ile kül olur, Ferhat ile kayalara külünk sallardım. Bunlar benim ilk tetikleyicilerimdir. Ayrıca çocukluktan beri okuma, öğrenme gayretinde, kaygısında, sevdasında oldum. O günden bugüne okumadığım zaman kendimi kayıp hissi içerisinde buluyorum. Tarihi, dini, sosyal içerikli eser-lerle birlikte ağırlığı edebi eserler teşkil eder. Eski Türk edebiyatı, tasavvuf ede-biyatı, klasik ve cumhuriyet dönemi Türk edebiyatını okudum. Bilhassa şiir üzerine çok göz nuru döktüm. Tabii olarak okuduğum şairlerin hepsinden etkilen-dim. Başta Mehmet Akif olmak üzere Yunus Emre, Fuzuli, Nabi, Nefi, Yahya Kemal, Abdurrahim Karakoç, Necip Fazıl, Nazım Hikmet ve diğerlerinin alt ya-pımda izleri vardır. Bire bir etkilendiğim veya üzerimde katkısı olanlar Necati AYKAN ve özellikle Feyzi HALICI. İkisi de rahmetli oldu. Kendilerini minnet ve rahmetle anıyorum. Okuma sevdası doğal olarak beni denemeye yöneltti. Dolayısiyle kendimi şiir dünyası içerisinde buldum. 1970’lerden bu tarafa şiir basa-maklarını tırmanma gayretindeyim.

Şiirinizi edebi akımlardan hangisine yakın görüyorsunuz? Kendi şiiriniz hakkındaki görüşleriniz nedir?    
Şiirimin hangi edebi akım içerisinde olduğu veya hangi edebi akıma yakın olduğu edebiyat tenkitçilerinin görevi. Ben üreticiyim. Hatta üreticilikte ameleyim. Şiirlerim natüralizme mi, parnasizme mi, romantizme mi yoksa realizme mi girer. Bunları hiç düşünmedim. Ama bir şeyi hiç aklımdan çı-karmadım. O da bir milletin mensubu olduğum. Dolayısıyla millet nedir, bir mil-leti millet yapan unsurlar nelerdir?  Bunları düşündüm. Bunları anlamaya ve kavramaya çalıştım. Milletimin geçmişini araştırdım, geleceğini hayal ettim, gü-nünü değerlendirme çırpışları içerisinde oldum. Milletimin mağlubiyetlerini dert edindim, zaferleriyle coştum, bayramlarıyla sevindim.Cenazelerde yas tuttum ve ağıt yaktım, düğünlerde halay çektim. çobanlarla yaylalarda dolandım; çiftçilerle tırpan salladım, ter döktüm. Ninemle höllük eledim, anamla bebek beledim. Dedemden seferberlik hikâyeleri dinledim; babamla kıtlık zamanlarında çektik-lerinin çilesini yaşadım. Sevip, kavuşamayanların elemine gömüldüm, kavuşan-ların coşkusuyla şen oldum. Kara sevdaya tutulmadım dersem, yalan söylemiş olurum. Yani an oldu güldüm, an oldu ağladım, an oldu coştum, an oldu çağla-dım…Bu yaşadıklarımı dillendirmeye çalıştım. Dolayısıyla realizme yakın bulurum kendimi. Mehmet Akif’in deyimiyle görüp, yaşadığımı ve bir de dinlediğimi yazdım. Sosyal(toplumsal) gerçekçi de diyebilirsiniz. öyle halkçı falan da değil, halkın kendisiyim. Su katılmamış milliyetçiyim. Milletimi mutlu etme, milletimin duygu ve düşüncelerine tercüman olma kaygısı içerisinde ve geleceğini inşa etme sevdasıyla yazdım, ne yazdımsa. Doğal olarak şiirlerim didaktiktir. Bütünlük ve lirizmin hâkim olduğu şiirlerimde sanat kaygısından da uzak olmadım.
Geleneksel ve modern şiir hakkında ne düşünüyorsunuz? Geleneksel şiire yaslanmadan modern şiirde başarılı olunabilir mi?               


Ben milliyetçi, muhafazakâr, mütedeyyin ve gelenekçiyim. Küpün içinde ne varsa, dışına o sızar. Benden yansıyanlarda yukarıda sıraladığım ve onları daha da genişleteceğimiz kavramların şerhleridir. Duvar temel üzerine kurulur. Binanın sağlamlığı temeline bağlıdır. Edebiyatımızın temelini geleneksel edebiyatımız teşkil etmektedir. Geleneksel ve modern ayrımına da doğrusu gönlüm razı değil. Modern sözcüğü yeni ve gelişmişin yerine kullanılmaktadır. Dolayısıyla geleneksel şiirimizin eski ve miadını doldurmuş anlamı çıkıyor. Bu doğru değil. Elbise, alet, eşya için yeni, eski; modern, ilkel ayrımı yapılabilir. Ama sanat ve edebiyat için bunu kullanmak fevkalade yanlıştır. Sanat, edebiyat, kültür vb. değerler için iyi,kötü, doğru,yanlış, edebi, estetik ve diğer benzer ifadelerle kullanılabilir. Bu tespiti yaptıktan sonra eserler ister geleneksel olsun, ister modern olsun, ne olursa olsun; benim aradığım edebilik ve estetikliktir. Kişi ister aruzu, ister heceyi, isterserbest vezni kullansın fark etmez. Ancak hangi ölçüyü kullanıyorsa onun ilkelerini başarılı bir şekilde kullanma ustalığını ararım. Klasik edebiyatımızın da, tasavvuf  edebiyatımızın da, halk edebiyatımızın da, yeni(modern) edebiyatımızın da ölmez örnekleri var.Tür ne olursa olsun, esas olan şairin üslubunu oluşturmasıdır. Modern şiirin kalıcı ör-neklerini bırakanlar geleneksel şiirimizi bilenlerdir. Arif Nihat Asya, Nazım Hikmet, Atilla İlhan, Sezai Karakoç’u örnek olarak vermek yeter kanaatindeyim.  Edebiyat dergileri ve şiir sitelerinin bolluğu içerisinde şairlerin çokluğu dikkat çekmektedir. Oysa şiir kitaplarındaki baskı adedinin çok düşük seviyeler-de olduğunu da görmekteyiz. Bu çelişkinin nedeni sizce nedir?   
Geçmişten günümüze zaman zaman düşüncelerimizin odağında yer alan teknolojinin nimetlerinin yanında götürdüklerinden, yok ettiklerinden yakınırız. Teknoloji kolaylık, rahatlık, kalite ve ucuzluk sunarken, kendisinden önceki hayatımızın zorluklarıyla sergilenen güzellikleri de silmektedir. Medeniyetimizin, kültürümüzün, güzel hasletlerimizin törpülenmesine, yaralanmasına vesile olmaktadır. Edebi dergilerin, edebiyat bilhassa şiir sitelerinin çok-luğu seçiciliği ortadan kaldırmaktadır. Müteşairlerin bollaşmasına vesile olmaktadır. Bu da okumayı olumsuz etkilemektedir. Hazırlopçuluk hayatımızın diğer alanlarında olduğu gibi okuma zevkimizi de olumsuz etkilemiştir. Edebi kaliteyi elde etmenin çok okumaktan geçmesine rağmen, diğer insanlar bir tarafa şair ol-duğunu iddia edenlerin çoğunun kendinden başkasını okuduğu kanaatinde deği-lim. Kalitesizliğin girdabında kalitenin kayıp olduğu düşüncesindeyim. Kitap ti-rajının artması okuyucunun artması ile doğru orantılıdır. Nüfusumuzun artmasına rağmen okuyucunun azalması milli eğitim politikamızı sorgulamamızı gerekli kılmaktadır
Eskişehir Şairler Derneğinde yöneticilik yaptınız. Bir şair derneğinde yöneticilik yapmak nasıldır? Eskişehir halkının şiire ve şiir etkinliklerine katılımı hakkında ne düşünüyorsunuz?                            


Herhangi bir dernekte veya kurumda hakkını vererek yöneticilik yapmak büyük bir onurdur. Elbette ki rüştünü ispatlamış, ilgilenenler tarafından gıpta ile takip edilen Eskişehir Şairler Derneğinde yöneticilik yapmak bir onur, bir övünç vesilesidir. Ben Türk şiirine, Türk edebiyatına hizmet amacı ile kurulmuş ve üyelerinin ufkunu genişletme, yeteneğini geliştirme, birbirleriyle deneme ve tecrübelerini paylaşma ve kendilerini halka lanse etme faaliyetlerini sergileyen gönüllü sivil toplum kuruluşu olan Eskişehir Şairler Derneğine üye olduğum andan itibaren mesuliyetimin idrakinde, ciddiyetle sorumluluğumu yerine getirmeye gayret ettim.Yönetimi üstlendiğimde de aynı minval üzere çalış-malarımı sürdürdüm. Yerimizin sınırlı olması hasebiyle sıralayamayacağım çok sayıda başarılı etkinlikler sergiledik. Planladığımız halde uygulayamadığımız fa-aliyetlerimiz de oldu. Geriye baktığım zaman pişmanlık duyacağım bir girişim veya davranışımın olmadığını da açık yüreklilikle söyleye bilirim. Bu süre içerisinde memnun olmadığım durum ve davranışlarla karşı karşıya geldiğimi beyan etmede de bir beis görmüyorum. Devlet kurumlarında ve sivil toplum kuruluşla-rında uzun yıllar yöneticilik yapan birisi olarak bilirsiniz ki hiçbir şey öyle dışa-rıdan görüldüğü gibi güllük, gülistanlık değildir.Külfete katlanmadan nimete konma gözü açıklığı, haddini hududunu bilmeme aymazlığı diğer ortamlarda ve diğer topluluklarda olduğu gibi az da olsa bizim derneğimizde de oldu. Onları nazarı itibara almayarak derneğimizin varlığından, üyelerimizin genel çoğunluğunun samimiyetinden ötürü bahtiyarım.  Eskişehir aydın insanların barındığı bir kentimiz.  Kültür seviyesi yüksek olan Eskişehirlinin sanata ve edebiyata, özellikle şiire ilgisinin yoğun olduğu he-pimizin malumudur.  Eğer yeterli tanıtım ve bilgilendirme yapılırsa Eskişehir halkının sanatçıyı, şairi yalnız bırakmayacağına inanıyorum. Bu yalın bir inanç değil; geçmişte yaptığımız şiir şölenlerimizde, ilgili salonların tıklım tıklım dol-duğunu hep birlikte yaşayarak gördük.
Şiir kitaplarınız ve içerikleri hakkında bilgi verir misiniz?        
Ben bu güne kadar iki şiir kitabı yayınlattım. İkisi de Bayrak Yayınları arasında çıktı. Birincisi Şubat-1994 yılında yayınlanan “Hasret Kervanı”, diğeri Ekim-2003 yılında yayınlanan “İçimde Gökkuşağı” dır. Bunların dışında aynı hacimde dört veya beş kitap olacak kadar şiirim mevcut. Yazmaya devam etmeme rağmen kitap olarak yayınlatmadım. Belki, ömrüm olursa ileride yayınlatırım. Yazdıklarımı dergi, gazete ve sanal ortamda değerlendirdim. De-ğerlendirmeye de devam ediyorum.  Şiirlerim milli mefkuremiz kapsamında münacat, na’t, hamaset ve tasav-vuf içeriklidir. İlk ve ikinci sorularınızın cevabı olan ifadelerimden de anlaşılacağı gibi memleketimizin güzellikleri, milletimizin hayatının her alanı, milletimizin birliği, bütünlüğü, tarihimiz, geleceğimize dönük tahayyüllerimiz, ilahi ve beşeri aşklarımız vs. benim şiirlerimin konularıdır. Sözün özü milli ve manevi konular benim şiirimin içeriğidir. çünkü içimde onlar var, dışıma taşanlar da on-lardır. Evrensellik türküleri de çığırırım. Ancak milli olmadan evrensel oluna-mayacağına inanırım.       
Eskişehir ve ülke genelinde her yıl düzenlenmekte olan Yunus Emre Haftası sizce amacına uygun olarak anılıp kutlanıyor mu?               


İsterseniz bu sorunun cevabını birlikte verelim. Yunus Emre’nin gerçek ve efsanelere dayanan hayatını biliyoruz. Hayat felsefesini biliyoruz. Şiirlerinin içeriğini biliyoruz. Hayatı ve eserleriyle verdiği mesajı da biliyoruz. Şimdi bu bildiklerimizi mihenk kabul edip, zamanımızın insanlarını bununla ölçüye vuralım ve ne ölçüde benzeştiğine bakalım. Zamanımız insanlarını Yunus feslefesi ile paralel bir hayat akışı içerisinde bulursak, kutlamaların amacına uygun kutlandığı kanısına varırız. Aksi takdirde kutlamaların maslahatı idareden öteye geçmediğini, söylemlerin beylik laflardan öte olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yunus; insanları kendini bilmeye, gönül kırmamaya, tanış-biliş olmaya, sevip-sevilmeye çağırıyor. Hasılıkelam bunlar zamane insanında var ise Yunus, Yunusça anılıyor demektir.
Şiirinizden ilham kaynağını belirterek bir örnek verir misiniz?    


Düğünlerin bol olduğu bir mevsimdeyiz. örneğimiz de mevsime uygun olsun. Allah herkesin evlatlarını bağışlasın. Benim üç oğlum ve ikiz kızlarım var. Kızlarım Aslıhan ve Neslihan. Evvela Neslihan’ı Allah’ın emri ile istediler,  biz de uygun gördük ve verdik. Sıra düğün yapmaya gelince, benim uykularım kaçmaya başladı. Gözümden sakındığım yavrum, yuvamızdan uçup, gidecekti. “Güle güle” demeden başka yapacak bir şeyimiz de yoktu. Bütün evlenecek çiftlere ömür boyu mutluluklar dilerken, evlenecek bütün kızlarımızı kendi yavrum yerine koyup, O haleti ruhiye içerisinde yazdığım “GüLE GüLE” şiirimi sizinle paylaşmak istiyorum.


GüLE GüLE
“Kızıma”

        A tatlı meleğim, a güzel kızım,
        Ayrılık vaktidir kınalı kuzum,
        Güneşim, mehtabım, seher yıldızım…
        Hasret türküleri gelirken dile;
    Yolun açık olsun, git güle güle.

    çok şükür ki geldi gelinlik çağın,
    Bahtını ağartsın telin duvağın,
    Bir ömür sevgiyle tütsün ocağın,
    Varlığın hay(ı)ra olsun vesile;
    Yolun açık olsun, git güle güle.

    Yüzünü ekşitme, kaşını yıkma,
    Kederli görünüp bağrımı yakma;
    Gönlünü efkâra, gama bırakma…
    Yeni bir ay doğsun, yeni menzile;
    Yolun açık olsun, git güle güle.

    Gül, gülüm; mürüvvetli gün senin günün,
    Şenlensin bu düğün, senin düğünün.
    Neşeyle yarına bağlansın dünün.
    Gözlerinden yaşlar dökme nafile;
    Yolun açık olsun, git güle güle.

    Saygı duy kaynana, kayınataya;
    Gaflette bulunup düşme hataya.
    Yüzü ak varasın gayrı öteye.
    Edebin, izzetin, iffetin ile;
    Yolun açık olsun, git güle güle.


    Zannetme ceylanım, biz sana doyduk;
    Resul-i Ekrem’in kavline uyduk.
    Lütfü’yüm şimdiden yokluğun duyduk.
    Yeni günler gebe yeni nesile;
    Yolun açık osun, git güle güle.

           








Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi