Yaşam Odaklı Kent



Kent, sadece orada yaşayan insanlardan oluşmaz. O yerleşimde var olan tüm canlı türleriyle kent, bir canlı yaşam çevresidir. Bunu bir ilke olarak kabul etmeyen kent ve kentleşme anlayışlarının başarılı ve sürdürülebilir olması beklenemez.

Bir kentteki yeşil alan oranının yükseltilmesi, çevre kirliliğinin azaltılması veya yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanılması çevrecilik adına sıklıkla dile getirilen konulardır. Bir kent ölçeğinde çevreci anlayış ne denli kapsamlı ve sorgulayıcı olursa olsun, kent yaşamının eklemlenmiş bir unsuru gibi görünür. önce bir kent vardır ve sonra o kentin olumsuz çevre etkilerinden arındırılması ve uzak tutulması gerekir.

İkinci olumsuzluk, kentin insan odaklı olarak algılanmasıdır. Adeta kente ne varsa hepsi insanlar tarafından sınırsızca tüketilmek için oradaymış gibi bir algı oluşturulur. Bunun adı da insan odaklılık konmuştur. Kentin –canlısı ve cansızıyla- bir bütün oluşturduğu gözden kaçırılır.

Hâlbuki kent yaşamında insanı orada bulunan unsurlardan sadece birisi olarak algılamayı başarmalıyız. Dolayısıyla kentleri yapan insanlar olmasına rağmen, kentin ‘üstün varlığı’ insan olmamalıdır. İnsan, mevcut olanı sınırsızca ve sorumsuzca tüketebilecek meşruiyete sahip olmamalıdır.

Kentte mevcut olanlara baktığımızda; insan yaşamının yanında bitki ve hayvan olarak diğer canlılarla cansız varlıkları görüyoruz. Bu varlıkların tamamı, kentin içsel değerini ve anlamını birlikte oluşturuyorlar. Bu ‘kolektif anlam’, insanın kenti istediği gibi tüketmesinin önündeki ana fikirdir. örneğin şehirde yaşayan güvercinlerin yararsızlığı veya ağaçların binaları ve trafiği engellediği gibi nedenlerle yok etme hakkına sahip değiliz. Yaşamı oluşturan varlıkların değeri, insana yararlılıkları ile ölçülendirilemez.

Kentteki yaşamın değerini, o yerleşimde var olan insanlar, diğer canlılar ve muhtemelen binalar, yollar, kent mobilyaları gibi cansız nesneler oluşturur. Dolayısıyla bu varlıkların zenginliği ve çeşitliliği kent yaşamının değerinin artması yönünde katkı yapar. Bana sorarsanız; bu değerin artmasında yaşamın kendi doğallığına uygun bir zenginleştirme ve çeşitlendirme yaklaşımını tercih ederim.

İnsan olmak veya insan odaklı yaklaşımlar, kentin mevcut değerinin azaltılması yönünde girişimlerde bulunmayı haklı göstermez. çevrenin kirletilmesi veya doğal yaşamın yok edilmesi ya da kentin geleneksel kültürünün tahrip edilmesi bu değeri düşüren örnekler arasında yer alır. Kentlerin nüfus olarak aşırı büyümesi de kentin toplam değerini düşürücü etki yapıyor.

Kentlere bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. İnsanlar olarak; rant adına kentleri sınırsızca tüketebileceğimiz yerleşimler olarak algılamaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik –hatta siyasal söylem düzeyinde– politikalarımızı değiştirmek zorundayız. Yaşam odaklı bir algıya varabilmek için bu vazgeçme ihtiyacı kaçınılmazdır.

Hiç kuşkusuz; daha iyi bir yaşam istiyoruz. Ama bunu daha yüksek yaşam koşulları olarak yorumlayıp toplam yaşamı değersizleştirmek ve bu amaçla yaşamı her an daha fazla ve hızlı tüketmek gibi bir lükse sahip değiliz.

Bir köşe yazısı kapsamında yeni bir kentleşme algısını tanımlamak kolay değil. Ama kısaca şunu söyleyebilirim ki; ülkemiz kentlerinde gördüğümüz mevcut yaklaşım, sürdürülebilir bir geleceği ifade etmiyor. Kötü gidişi temsil eden kent örneklerini dünyanın pek çok bölgesinde görüyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi