Seda Kağıtcı

Seda Kağıtcı

Ah çocukluğum...

Ben bankacı birer anne babanın çocuğuyum. Annem de babam gibi çalıştığı için beni anneannem, babaannem ve dedem büyüttüler. İlkokulu babamın tayini nedeniyle iki şehirde, ortaokulu ise üç ayrı şehirde tamamladım. Zor oldu tabii ki, tam bir yere alışmışken, adapte olup, arkadaş edinmişken bir anda tanımadığım bir başka şehre gitmek çok bocalamama sebep oluyordu her defasında. Ama çocuktum ne de olsa, bir süre sonra alışıyordum. Okuldan eve geldiğimde bankanın lojmanında oturduğumuz için annem de babam da sık sık kontrol ediyordu beni. O yüzden çok zorluk çekmedim. Güzeldi benim çocukluğum, ailece her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki yaşadığımız o küçük şehirde…

Biz çocukken okula arkadaşlarımızla birlikte yürüyerek gider, gelirdik. Servis falan yoktu. Soğuk, sıcak fark etmezdi. İlkokul ve ortaokul yıllarımda en büyük eğlencemiz bizim sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani, şimdiki çocuklar onu pek bilmez apartman çocuğu oldukları ve zamanlarının çoğunu bilgisayar başında geçirdikleri için. Gece olup hava kararıncaya kadar oynadığımızı bilirim, o zamanlar sokaklarımız da evimiz kadar güvenliydi. Düşünce kaldırırlardı, kavga edince barıştırırlardı bizi. Polisler gelmezdi kavgalarımıza, en olmadık sudan sebeplerden davalar açılmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle çok büyük olmazdı zaten. Birbirimizin suyundan içer, sakızından çiğnerdik. Seksek oynar, ip atlar, bisiklete biner, arkadaşlarımızla birarada olmaktan keyif alırdık. Düşerdik bazen dizlerimiz kanardı, ama beş dakika sonra kalkar oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara, emarlara girmezdik öyle şimdikiler gibi hemen. Düşünüyorum da galiba ben bizim çocukluğumuzu özledim. Şimdi sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Çoluk çocuk sesleri çınlamıyor sokaklarda. Komşumuzu bile tanımıyoruz artık çoğumuz, selam verecek, günaydın diyecek birini bulamıyoruz bazen. İnsanlar yapaylaştı, soğuk artık insanların bakışları. Birbirimize yabancı, kendi dünyamızda yaşar olduk. Etrafımız kalabalık ama aslında çok yalnızız. Neden peki biz böyle olduk?

Usta tiyatrocu rahmetli Müşfik Kenter'in bir yazısını paylaşmak istiyorum şimdi yeri gelmişken sizlerle. Okuyup, düşünüp, sanırım biraz hayatımızı sorgulamamız gerekecek hepimizin...

"Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? Hiç vaktiniz yok; "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"... Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi. Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, size sesleniyorum! Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını? İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? Yada geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman? Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını? Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak, duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda? Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?"

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Seda Kağıtcı Arşivi

Umut

06 Ocak 2025 Pazartesi 00:04