
Gürcan Banger
Bir Şeyler Elden Gidiyor mu?
“Din elden gidiyor”, bu coğrafyanın tarihinde toplumun inançlı kesimini, değişiklikten yana olanlarla karşı karşıya getirmek için kullanılan bir slogan olmuştur. Dinin, dünyanın sosyo-ekonomik yönden gelişmiş herhangi bir yerinde ‘elden gittiği görülmüş müdür’ duymadım, okumadım ama statükoyu devam ettirip yeniliğin önüne geçmenin yollarından biridir bu. Dinin elden gitmesinin kardeşi ise ‘ahlâkın elde gitmesidir.’ Medyada sıklıkla izlediğimiz, töreye dayalı kadına yönelik şiddetinin temel dayanaklarından biridir ahlâkın elden gidişi. İstatistiklere bakılırsa; ahlâkın kendi başına bir yere gittiği de yoktur. Toplum nereye giderse ahlâk da birlikte oraya gider. İleride veya geride kimseyi bırakmaz.
Bir de; “Biz, adam olmayız” meselesi var. Aslında bu söyleyiş, “Siz, adam olmasınız ama iyi ki ben varım” anlamına gelmek üzere söylenir. İnatla ve ısrarla ima ederek adam olmayacakların içinden kendimizi, tereyağından kıl çeker gibi ayırırız.
Adam olmayacağımız konusundaki sloganın bir değişik versiyonu, “Bu millet, adam olmaz” iddiasıdır. Bu ‘motto’ uyarınca millet, adam olmayacağından onların adamlaşmasını sağlayacak mekanizmalara ihtiyaç vardır. Gayet iyi bildiğiniz gibi, adam etmenin en etkili araçlarından biri sopadır. Bu nedenle milletten daha akıllı olan iktidarın her zaman eli sopalı olmuştur; “Ben sizin babanızım” der ve gereğinde de döver. Bazen ‘eli sopalılar’ tatile girmiş gibi görünmekle birlikte, ‘devletin bekası’ tehlikeye girdiğinde en kısa süre içinde yine ortaya çıkacaklarına hiç kuşku yoktur.
İlkelerimizin günü birlik olduğunu ifade eden, bir büyüğümüze ait olan “Dün dündür, bugün bugündür” sözünü bilirsiniz. Bu özdeyişin fazlasıyla doğrulandığı bir örneği, geçmişte muhalefette olan bir partinin iktidara gelmesi durumunda gözleriz. Ya verilen sözler unutulur, ya da söylenenlerin tam aksi yapılır. Geçmişte verilen sözleri kimse hatırlamaz ama hatırlatılsa bile dün, dünde kalmıştır.
Uçlar arasında savrulduğumuzu bilirsiniz. Bu ülkede ‘okumuş’ olmak, ya tarihe veya sosyal ve kültürel değerlere sınırsızca saldırmaktır ya da neden olduğu bilinmeyen bazı anlamlara sorgusuzca tapınmaktır. Para ve ün adına kullanılamayacak değer de yoktur. Bu hayâsız sürecin sonunda da sorunlarımızdan kurtulmak için ‘sevmek veya terk etmek’ noktasına gelinir. Çok uzak olmayan geçmişi hatırlarsak hepimiz her birimiz için birer Cennet ve Cehennem de seçip beğenmiştik: “Solcular Moskova’ya, inançlılar İran’a…”
Avrupa Birliği ile kazanılabilecek değerleri savunduğunuzda, hızla emperyalistlerle aynı uca düştüğünüz yaygarası yapılır. Batının ülkeyi parçalama ve yok etme girişimleri konusunda bir şeyler söylediğinizde ise aşırı milliyetçi bir çatı altında görülürsünüz. Emeğin değerlerini savunduğunuzda ‘aşırı solcu’, inancın bir toplum için öneminden söz ettiğinizde ‘gericilerin ortağı’ kabul edilirsiniz. Bir siyah-beyaz demokrasisinde soluk alabilip fikir önerebilmek, hiç de kolay değildir. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deyip küserek bir köşeye çekilenler tümüyle haksız sayılmazlar.
Sosyal bilimciler, toplumun demokrasi ve özgürlükler açısından yapılanmasına baktıklarında; yurttaş kimliğinin önemli olduğu Batı toplumları ile her şeyin devlet tarafından belirlendiği, vatandaşın kulluktan öte anlamı olmadığı Doğu toplumlarını birbirinden ayırt ederler. Ülkemizi bu ikili ayırım içinde bir yere koymak hiç kolay değildir. Bu ülke ve bu toplum, bazı yönleriyle Batıyı hatırlatırken, Doğulu sayılabilecek pek çok geleneksel değere sahiptir. Bazı çağdaş mekanizmalar iyi-kötü işlerken, bazı unsurlar sadece kâğıt üzerinde kalmakta ve asla yaşama geçmemektedir. Hâlâ solcuları ‘bir yere’, inançlıları ‘başka bir yere’ göndermeye devam ederken, “Biz adam olmayız” deyip dinin, ahlakın veya ülkenin elden gittiğini bağrışıp duruyoruz.
Hâlbuki bu ülkenin sahibi biziz ve elden giden bir şey varsa bunun düzeltip yerine oturtacak bizden başka kimse de yok. Ya hep birlikte ya hiç…