
Gürcan Banger
Bir Yüksek Ateş Türü
Bir kişinin, bir ilginin veya ilişkinin yitirilmesinden korkulmasına bağlı olarak meydana gelen karmaşık ruhsal durum ve olumsuz tutuma kısaca kıskançlık diyoruz. Sonradan (yaşam içinde) öğrenilen kıskançlık, duygusal ilişki bağlamında sevilen birinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutumu ifade eder. Gerçek yaşamdan öykü, roman veya senaryo gibi kurmaca eserlere kadar –özellikle sanatın neredeyse tüm dallarında– sayısız örneği görülür.
Kıskançlık olgusu insanlık tarihi kadar eskidir. Ama diğer yandan şu an kadar da yeni ve canlıdır. ‘Kıskançlık literatüründe’ bir gezinti yaptığımızda bu konudaki nitelikli tartışmaları görmek mümkün… ABD’li şair ve eğitimci Archibald Rutledge (1883-1973) kıskanç insanı tanımlarken sert bir tarza sahiptir: “Kıskanç insan, başkalarını küçük düşürmek isteğiyle kendini gözden düşürür” der.
MÖ 1’inci yüzyılda yaşamış Hintli veya Çinli olduğu rivayet edilen, ünlü destan Kelile Dimne’nin yazarı, düşünür Beydaba şöyle der: “İnsanların en alçağı, başkasının kazandığı ilgi ve sevgiyi çekemeyendir.” Anlaşılacağı üzere kıskançlık, ruhun hastalıklarından biridir. Kıskançlık, önlem alınması unutulmuş güve gibidir. İçin için hem kıskançlık yapanı hem de muhatabını bitirir.
17’nci yüzyılda yaşamış, aformizmalarıyla tanınan, ünlü Fransız ahlâkçısı La Rochefoucauld, pek konuda olduğu gibi haset ve kıskançlık üzerine olan özdeyişleri ile de tanınır. Örneğin kıskançlık ve daha tehlikeli bulduğu hasedi ayırarak şunları söyler: “Kıskançlık, bir bakıma yerinde ve makul bir şeydir. Çünkü bizim olan veya bizim olduğunu sandığımız bir şeyi koruma arzusundan başka bir amacı yoktur. Hâlbuki haset, başkalarının iyiliğine tahammül edemeyen bir kudurganlıktır.” Hasedin kıskançlığı aşmış olması, yine de kıskançlık tezahürlerini tamamen anlayışla karşılamamızı gerektirmez. Sadece kıskançlığın, hasede oranla daha anlaşılabilir olduğunu ifade eder.
La Rochefoucauld, kıskançlığı sevgiye bağlar. Onun devam ede gelen sonuçlarından biri olduğunu söyler. Ama sevgiyi, sürekliliğini ve kıskançlığı birbirine şu sözlerle bağlaması anlamlıdır: “Kıskançlık, daima sevgiyle beraber doğar. Fakat her zaman sevgi öldükten sonra ölmez.” Yaşamın görünümlerine dikkatlice göz attığımızda, kimi örneklerde sevgi sonrasında kıskançlığın –daha ağır ve gayri ahlâki olan– hasede dönüştüğünü de izleyebiliriz.
Belki kıskançlık, bir sevgi ifadesi olması açısından anlamlı bulunabilir. Bana sorarsanız; hasedin, kötü ruhun ve karakterin ifadesi olmaktan ötesi başka açıklaması olamaz.
Tasavvuf dünyasının büyük düşünürü ve şairi Mevlâna Celaleddin-i Rumi, “Bir mum diğeri tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” der. Sanırım; bilginin, görgünün ve deneyimin paylaşımı bundan daha zarif anlatılamaz. Mevlâna’nın bu hoş yaklaşımını kime ifade etsek, katıldığını söyleyeceğine kuşku yoktur. Paylaşımın yüce bir davranış olduğunu hemen herkes kabul eder. Ama herkesin gerçek anlamda paylaşımcı davrandığını söylemek zordur. İşin aslı şudur. Pek çok durumda söz ile aynı değildir. İş söze geldiğinde mangalda kül bırakılmaz; ama paylaşımın yerini kıskançlık ve çekememezliğin aldığı örnek o denli çoktur ki… Muhtemelen yaşamın aynasında kendi gerçek yüzümüzü görmekte zorlanıyoruz.
Servet-i Fünun Edebiyatı’nın üç önemli isminden biri olan ve gelenekçilerin en sık saldırısına uğrayan Cenap Şahabeddin kıskançlığın kişiyi nasıl olumsuz etkilediğini, “Haset, başkasının balını kendine zehir etmektir” şeklinde anlatır. Kıskançlığın bir kısır döngü olduğunu ifade ederken “Hasedin karnı doymaz, cebi dolmaz, ağrısı dinmez” der.
Kıssadan hisse: Kazanmayı veya elde tutmayı hedefleyen kıskançlık, sonuçta kaçınılmaz biçimde kaybeder.