Büyüyen kentte büyümeyen vizyon

Her kuruluş gibi kaynaklarını etkili ve verimli kullanmak isteyen bir kentin de stratejileri olması gerekir. Bu stratejilerin oluşturulmasına sürecine kentin gelecek tasarımı adını veriyoruz. Hiç kuşkusuz; stratejiler bir kentsel vizyon çatısı olmak zorundadır. Geleceğe nasıl baktığı konusunda paylaşılmış bir vizyona sahip olmayan bir kentin, kendi geleceğini de kurması beklenemez.

Ülkemizde bir kenti etkileyen baskın güçlerin başında kamu gelir. O zaman şunu sorabiliriz. Merkezi ve yerel yönetimlerden oluşan bu baskın güçler toplamı, acaba kent hakkında bir stratejik vizyona (kentin geleceğine bakışa) sahip midir? Kamunun baskınlığı, toplumun diğer kesimlerini kentin geleceğin tasarımı sürecine katarak demokratik, katılımcı ve çoğulcu bir süreç yaratabilir mi?

Ne yazık ki; bugüne kadar bu yaklaşımın iyi örneklerini göremedik. Büyük oranda kamu kentin diğer aktörlerini dikkate almayan bir yol izledi. Yine pek çok örnekte de merkezi ve yerel devlet dışındaki katılımlar, en ilkel şekillerden biri olan danışma düzeyine bile ulaşamadı.

Muhtemelen kentin geleceğinin oluşmasında kamu dışındaki faktörlerin daha dinamik olacağı yeni yaklaşımlara gerek var. Bu konuda görevin önemli bölümü, kamu dışında kalan ekonomik, sosyal ve sivil sektörlere düşüyor.

Şunları sormamız gerekmez mi? Büyümenin ilk adımlarını atmakta olan kentin gelişiminde ekonomin temsilcileri olarak meslek odalarının rolü nedir? Sendikalar ve sivil toplum kuruluşları bu sürece nasıl katılacaklardır? Üniversiteler gelecek tasarımının neresinde yer almaktadırlar? Yoksa her şey, demode olmuş vekâlet ve temsil sistemi ile ‘idare edilmeye’ mi çalışılacaktır?

Kamunun kenti tasarlaması ve geleceğini oluşturması sürecine dikkatle baktığımızda; geleneksel siyasetin kentin ve kent toplumunu teslim almış olduğunu görüyoruz. Yukarıdaki sorulara ancak mevcut siyasetin izin verdiği ve çıkarlarına uygun olduğu ölçülerde halk katılıyor. Gelecek, –yurttaşlar ve onların kuruluşları dışındaki kamu güçleri tarafından– ya halk adına kurgulanıyor ya da halk adına geçiştiriliyor. Öyle anlaşılıyor ki; günümüzde geleneksel siyaset, bir kentin sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme adımlarının önündeki en büyük engel konumuna gelmiştir.

Başka sorular soralım. Sadece bürokrasinin ve geleneksel siyasetin marifetiyle bir kent kendi geleceğinde teknolojiyi doğru konumlandırabilir mi? Aynı aktörler kentin sınai geleceğinin oluşumunu belirleyebilirler mi? Bürokrasi ve geleneksel siyaset, kentin gelirinin gelecekte hangi umut veren sektörlerden oluşacağına karar verebilirler mi? Bugüne kadar bunları başaramadıklarını açık biçimde gözledik. Bir kentin geleceğinin belirlenmesinde bu alanlarda söz sahibi olabilecekler, bu sürecin dışında tutulmaya devam ediyor.

Bu sorulara karşılık alabileceğim bazı cevapları duyar gibiyim. Kuruluşundan bu yana yeterli deneyim kazanmış olan bölgesel kalkınma ajanslarından, bürokrasinin başında olduğu yerel konsey ve koordinasyon kurullarından söz edilecektir. Bunların bir bölümünde iyi niyetli çalışmalar olduğunu kabul de edebilirim. Ama sonuç ortadadır. Bugüne kadar etkili ve verimli sonuçlar elde edemedik. Avrupa’daki uygulamalı sonuçları bilinmekle birlikte; Türkiye’de bölgesel veya kentsel kalkınma girişimlerinden hayal edilen beklentilerin yerine gerçekleşme oranı bir soru olarak karşımızda duruyor. Belli başlı şehirler kentsel kozmetik olarak cazibe kazanırken, sosyo-ekonomik olarak aynı yükselişi gösterip göstermediği ciddi bir soru olarak cevaplanmayı bekliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi