Gürcan Banger
Değişim, tembellik ve tasma
Değişim, her düzey ve özne için zor bir süreç… Bu zorluk, bireyden kurum ve kuruluşa kadar her boyutta yaşanıyor. Diğer yandan insanın değişme güdüsü, pek çok özelliği gibi ‘kafasının’ içinde olan bir unsurdur. Benzer biçimde değişime direnme de, çocukluktan başlayarak öğrenip içimize sindirdiğimiz ve ‘kafamızın içine çaktığımız’ bir nitelik şeklinde gelişiyor. Eğer değişmemekten veya içinde yaşadığımız koşulların değişmemesinden şikâyet ediyorsak, öncelikle bunun nedenlerini kendi içimizde –ezberimizde– aramamız gerekiyor.
Değişimin önündeki engellerin birincisi, yeniliğin bir risk ortamı yaratmasıdır. Risk durumunda ayaklarımızın yerden kesildiğini hissederiz. Değişmek, alıştığımız durumdan kopmak ve muhtemelen daha az bilinene doğru bir adım atmak olduğundan, kendimizi güvensiz bir iklimde buluruz. İnsanlar, riski ve tehlike olasılığını ilk gördüklerinde, eski alışkanlıklarına sarılmak üzere geri dönmeyi tercih ederler. Genel olarak; kazancın kaynağının risk olduğu unutulur; risk olmadan kazanç olmayacağı gözden kaçırılır. Belirsizliğin yarattığı endişe ve korku, benliğimize egemen olur ve bizi yönetmeye başlar. İşte; bu nedenle siyaset de riski sevmez.
Siyasette değişik çalışma tarzlarını benimsememek, aynı zamanda risk almamak anlamına gelir. Alışılmış bir tarz-ı siyaset vardır ve bu modele uygun davranarak kişiler ve kuruluşlar, sakin sularda yol almaya çalışırlar. Örneğin siyasi muhalefet, insanların ve kuruluşların risk almaları gereken bir durumdur. Hâlbuki pek çok siyasi unsur, sert muhalefeti kendi dışında tutarak sistemle uzlaşma içinde kalmayı tercih eder.
İnsanın temel özelliklerinde biri, tembelliğin çekiciliğidir. Daha durağan durumlar, pek çok insana heyecan yaratan, hareketli ortamlardan daha çekici gelir. Tembellik ve alışkanlıklar, adeta insanın ikiz kardeş özellikleri gibidir. Alışkanlıklar rahatlık verir. Rahatlık ise devamında daha yoğun biçimde bir değişim tembelliğine yol açar. Yeni ufuklara açılmak isteyen bir kişi veya kuruluşun, öncelikle alışkanlığın yarattığı rahatlıktan kurtulması gerekir.
Geleneğimizde siyaset yapmanın alışılmış bir tarzı vardır. Siyasiler, yeni yaklaşım ve teknikler bulmak için çaba harcamayı gereksiz bulur. Çünkü siyaset yaparken alışageldikleri miktardan daha fazla emek ve kaynak harcamak istemezler. Yeniliği denemek, alışılmışın rahatlığını terk etmek anlamına gelir.
Tek tük şikâyetlere rağmen siyaset dünyası, içinde bulunduğu koşullardan ve değerler sisteminden memnundur. Değişimi arzu etmemesinin arkasında; alışkanlıklarından vazgeçememesi ve risk almak istememesi kadar varolan rant sisteminden hoşnutluğu da vardır. Bu hoşnutluktur ki; zamanla siyaset etiğinin kaybolmasına neden olur. Bugün görünen manzara da budur. Siyasetçi, rantçı sistemden memnundur; değişmesi için kılını dahi kıpırdatmaz.
Değişimin bir maliyeti var. Bu maliyetin abartılması klasik siyasetçinin özelliklerinden biridir. Değişim için harcanacak kaynaklar aşırı derecede abartılarak statükonun devam etmesinin önüne geçilir. Hemen hemen tüm siyasi kuruluşlarda eğitim, yayın, ar–ge ve kurumsallaşma için harcanacak kaynaklar fazla ve gereksiz bulunur.
Değişime ön ayak olmak, aynı zamanda eleştirilere odak olma olasılığını da artırır. Dolayısıyla değişimden uzak durularak eleştiri ve çatışmadan kaçınma kolaycılığı da siyasi sistemimizin içsel bir özelliğidir. Kabul edilen genel görüşe göre; tartışmayan ve çatışmayan siyasetçi, en makbul siyasetçidir. Siyasi kuruluşlar ve lobiler, siyasetçinin çatışmayanını severler. Ne pahasına olursa olsun...
Siyasi kurgu romanları yazmış ABD’li Fletcher Knebel’in diplomasi ile ilgili bir sözünü biraz değiştirerek bitireyim: “Siyaset, köpeğe tasmayı takıncaya kadar onu okşama sanatıdır.”