Seda Kağıtcı

Seda Kağıtcı

Hayat kimsenin gözünün yaşına bakmazmış

Her yıl başında sanki kâr zarar hesabı yapıyoruz. Bu yıl bizden neler götürdü, ne gibi zararları oldu yada bu yıl bize neler kattı, bizi hangi renklere boyadı? Artıları, eksileri yazıyoruz bir kenara, pişmanlıklarımızla yüzleşiyoruz, keşkelerimizden helallik istiyoruz sonra da yeni yıldan beklentilerimizi sıralıyoruz bir bir… Planlar yapıp, hayaller kuruyoruz gelecek için. Oysa ki hayat sen planlar yaparken başına gelenlermiş. Senin yaptığın planların, kurduğun hayallerin aslında hiç hükmü yokmuş. Sen ne dilersen dile, senin istediğini eğer Allah istemiyorsa konu kapanırmış. Meğer pabuç pahalıymış ve hayat kimsenin gözünün yaşına bakmazmış.

Hani derler ya Allah’ın sopası yok diye, aslında bazı şeyleri bizler hakkediyoruz ve sonra da bu neden başıma geldi diye hayıflanıp duruyoruz. Biz insanoğlu çiğ süt emmişiz. Kadir kıymet bilmeyiz. Anca başımıza kötü bir olay geldiğinde dua etmeyi biliriz. Son zamanlarda bir kudurmuştuk bir kudurmuştuk ki sormayın… Adeta ne oldum delisi olmuştuk pek çoğumuz. Evlenme teklif etti, evet deme partisi… Sözümüz olacak organizasyon lazım, en azından şöyle süslü püslü bir masa… Nişan yapacağız ay mekanlar dolu, ya bulamazsak? Düğünümüz var, dış çekim için mekan bakıyoruz. Paraşütle mi atlasak? Ağaca mı tırmansak? Denize mi dalsak? Düğün öncesi kredi çekelim aman, evimiz instagramın en havalı evi olsun. Ay hamileyim cinsiyeti belli oldu partisi… Ay doğurmadan bebek geliyor, hediye getirin partisi. Ay suyum geldi, çabuk bebek fotoğrafçısı gelsin, bebeğin çıkış anına yetişsin, bir sürü fotoğraflarını çeksin. Bir abartı bir abartı… Annesinin aşkı, babasının varisi, dedesinin paşası, ninesinin prensi, bugün kaç kez kaka yaptı, miniğimizin dişi çıktı, hadi diş buğdayı partisi, yaş günü geliyor acaba konsept yetişir mi derdi. Bakın börek yaptım, bakın tatildeyim, bakın makyaj yapıyorum, bakın yeni elbise aldım, bakın kumsalda ayaklarım, bakın saçlarımı savurdum, kahvaltım şöyle, akşam yemeğim böyle, haberim yokmuş gibi çeksene, son olarak bir de elimde şarap kadehleriyle…

Çok kudurduk çok… Gösteriş yapmaktan, normal hayatımızı unuttuk, şatafat düşkünü olmaktan sade yaşamı zavallılık sandık. Kaşımızla, gözümüzle oynarken hepimiz birbirimize benzemeye başladık, sahteleştik, ifadesizleştik. Yüzümüze filtre yapmaya alışmaktan, gerçek hallerimizi beğenmemeye başladık, psikolojilerimiz bozuldu, depresyon haplarıyla kendimizi uyuşturduk. Onun var, benim niye olmasın demekten borç batağına saplandık. Hayvanlara işkenceler ettik, doğayı katlettik, ağaçları kesip biçtik, Allah’ın bize en büyük emaneti olan o masum çocuklarımıza sahip çıkamadık, kol kanat geremedik ve sonra Allah bize bakın siz artık haddinizi aştınız, şükretmeyi unuttunuz, özgür olmanın kıymetini bilemediniz, sağlığınızı korumak için yeterince çaba göstermediniz, verilen nimetleri israf ettiniz, şimdi oturun evinizde hadi bakalım dedi. Alıverdi elimizden bir anda her şeyimizi. Üç yıl koronayla savaştık, üç yıl gösterişli hayatlarımızı unutup, eşofmanımızı çekip üzerimize, en doğal hallerimizle yaşadık. Demekki öyle de yaşayabiliyormuşuz.

Yaşam tarzımızdan, konuşma şeklimize kadar hep bir abartı, bir şımarıklık, ukalalık… Mütevazi yaşamayı evet gerçekten unuttuk biz artık. Herkeste adeta bir yarış, bir kendini beğendirme, ben daha iyiyim deme çabası. Kıskançlık diz boyu, çekememezlik de cabası…

Lokantalarda yemek beğenmeyen, Allah’ın verdiği nimete burun kıvıran ama tek tıkla instagrama koyup bunu yiyorum diye hava attığını sanan, laflarıyla garsonların gururlarını kıranlar koronada evinde oturdu, dolabında ne varsa pişirip yedi ama.

Küçücük gözle görünmeyen bir virüs aldı bizden sevdiklerimizi. Dolaplar dolusu kıyafetlerimiz, çantalarımız, ayakkabılarımız kaldı tıpkı öksüzler, yetimler gibi, içimizden hiç birini giymek gelmedi. Çünkü ruhumuz üzgündü, tadımız yoktu, duygularımız çaresizdi. Anladık sonunda sevdiklerimizden ayrı olunca hayatın renksizliğini.

Belki bu yaşadıklarımız ders olur bize dedik, belki değişiriz, düzeliriz, bambaşka insanlar olur, bambaşka hayatlar yaşarız, sade bir hayatın güzelliğini, abartısız yaşamanın lezzetini, gösteriş yapmadan geçen zamanlarımızın kıymetini daha iyi anlarız, kendi kendimizi hesaba çekip, yanlışlarımızın muhasebesini yaparız artık dedik ama her şeyi çok çabuk unuttuğumuz gibi o günleri de ne yazıkki unuttuk.

Deprem oldu, hayat durdu, ölenlerle birlikte milletçe hepimiz öldük dedik, günlerce ağladık, bir daha toparlanamayız sandık ama bir ay sonra kaldığımız yerden o şaşalı hayatlarımıza geri döndük. Mesela mezarlığa gidiyoruz, yakınlarımızın, sevdiklerimizin kabirlerini ziyaret ediyoruz, dualar okuyoruz, orda oranın atmosferinden sanki hayatta her şey boş gibi geliyor. Elimizi ayağımızı lüksten, israftan, özentiden çekelim diyoruz, nasılsa hepimizin bir gün geleceği yer burası diyoruz, on dakika sonra mezarlıktan çıkınca daha yolda arabada radyomuzu açıp çalan şarkıya eski neşemizle eşlik etmeye başlıyoruz, yarın ne giysem, akşam ne yesem, onu mu alsam bunu mu telaşı başlıyor. Dedim ya çabuk unutuyoruz.

Gerçi dozunda unutmak da güzel aslında, Her an ölümü düşünmekle, yarınlar yok gibi yaşayamaz ki insan karalar bağlayıp. Yaşamak, düşünmek, fark etmek, idrak etmek, şükretmek ve sevmek… Hayatın olmazsa olmazları, belki de kuralları... Her şey dengede, dozunda, kuralına göre olmalı. İnsan bir gün öleceğini bilerek ama bu gününü de kendine zehir etmeden yaşamalı. Güzel günlerimiz olsun hep birlikte inşallah. Allah özgürlüğümüzü elimizden almasın ve ağzımızın tadını bozmasın. En önemli şey sağlık, en değerli şey sevdiklerimiz ve en güzel şey huzurla yaşamak bu hayatta. Sevgiyle kalın, hep çok mutlu ve huzurlu yaşayın inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Seda Kağıtcı Arşivi