
Gürcan Banger
Olumlu Olmak
Yaşamdaki baskı ve gerginlikler ve her gen an artan değişim hızı olumlu bir davranış tarzı geliştirmemizi zorlaştırıyor. İçinden çıkılmaz bir yoğunluk içindeyseniz veya kişisel yaşamınızda yolunda gitmeyen şeyler varsa ya da felç eden bir duygusal gerginlik içindeyseniz, böyle bir durumda olumsuz bir ruh hali neredeyse kaçınılmazdır. Eğer yaşamsal dengeyi yitirdiyseniz, akılcı kararlar vermek ya da çözüme götürecek seçenekleri fark etmek zorlaşır.
Diğer yandan sizi bu duygusal ve zihinsel bataklıktan çıkaracak yol ve yordamları bilmiyorsanız veya yardım istemeyi ve almayı başaramıyorsanız, hızla batmaya devam edeceğiniz anlamına gelir. Olumsuzluğu yaratan süreci aşamamak çoğu zaman depresyon riskini özünde taşır. Bu nedenle sizi olumsuzluğa sürükleyen nedenleri –olabildiğinde objektif biçimde ve sorunun ölçeğinden bağımsız olarak– tanımak ve anlamak önemlidir. Pek çok durumda küçük problem damlaları birikerek daha büyük sorunlara yol açar. Kimi zaman ise küçük bir sorun muhtemelen çok daha riskli durumların habercisidir ve olabildiğinde önce onu tanımak gerekir.
Küçük ya da büyük olumsuzluk bataklığından daha zorlu durumlara savrulmadan kurtulmanın yolu nedir? Bunu nasıl yapacağız? Dışarıya olumsuzluk olarak yansıyan pek çok kişisel görünümün arkasında ne yapacağını bilemeyen bir birey vardır. Olumsuzluk bataklığından iyi yaşam evrenine adım atmanın en önemli adımı kendi duygusal ve zihinsel becerilerimi yeniden düzenlemek, bir başka deyişler zihnimizi yeniden eğitmektir.
Eski çağlardan bu yana sanki insanın iki ayrı bedensel odağı varmış gibi zihinsel beceriler beyinle, duygusala konular ise kalple ilişkilendirilir. Hiç kuşkusuz; bedende kan dolaşımını sağlaması, organlara enerji taşıması ve kanla ilgili atıkların tasfiyesi açısından kalp birincil önemde bir organdır. Ama günümüzde insanın zihinsel ve duygusal becerilerinin merkezinde beynin yer aldığından kuşkumuz yok. Kalbi ruhsallık ve duygusallıkla ilişkilendirmemiz sadece eski bir romantik nostalji olarak sürüyor.
Beyin bedenimizdeki –deyim yerindeyse– diğer canlılar arasında insan olmayı farklılaştıran, en güçlü organdır. Ama bu organı ‘iyiden’ yana, gerçek gücünü ortaya çıkaracak biçimde ne denli kullanabildiğimiz bir soru vesilesidir. Olumlu bir yaşam için beynin motor gücü olması açısından ilk adım, olumlu olmak için istek ve ‘iyi niyet’ oluşturmaktır. İkinci adımda ise tüm zorluklarına rağmen eski ezberimizi bozarak (mevcut zihinsel haritamızı değiştirerek) kendimizi olumlu düşünür hale dönüştürmektir. Bunu nasıl yapacağımız kendi başına ayrı bir soru ve konudur.
Karakter olarak isimlendirdiğimiz yapının oluşumu doğum öncesinde başlıyor. Yetiştirilme biçimimiz ve şartlarımız olumsuz bir kişilik yapısına sahip olmamızda birinci dereceden etkili oluyor. Olumsuzlukla ‘donanmış’ kişileri ancak biteviye ağlayan, sızlanan ve şikâyet eden davranışları ile tanıyabiliyoruz. Çoğu zaman böyle bir kişi kendi çevresinde rahatsızlıklara da neden oluyor; etrafına negatif etkiler saçıyor. Böyle bir görünüm beraberinde bu tür kişilerden uzaklaşmayı getirdiğinden, giderek artan oranda yalnızlık ve dolayısıyla süreğen çözümsüzlük ihtimali yükseliyor. Eğer siz bardağın yalnız boş tarafını gören bu kişilerden biri olsaydınız, size nasıl davranılmasını isterdiniz?
Olumsuz bir ruh ve zihin hali sadece başkalarının ‘iyi davranışları’ ile aşılabilecek bir durum değildir. Eğer ‘sürekli olumsuzluk’ olarak isimlendirebileceğimiz bu durum ile ‘mutlu’ olan bir sefilliği içselleştirmiyorsak, kendimiz içim bir şey yapmamız gerekiyor demektir. İnsan öz memnuniyetini sağlayacak, özgüvenini oluşturacak ve kendi potansiyelinden tam olarak yararlanabilecek imkânlarla donatılmış bir varlıktır. Her birey kendi şartları için kendi yaşamını olumlayabilir ve geliştirebilir.