Özne Olabilmek

İyi zaman var, zor zaman var. Bazen üzerimizdeki dünya yükünün ağırlaştığı olur. O ana kadar yaşadığımız biçimden bir anda kurtuluvermek ve sorunlarımızı çözecek büyük güce bir anda erişivermek isteriz. Masallardaki büyücülerin sihirli sözcükleri dökülüverdiğinde dudaklarımızdan, yaşamımızdaki tüm olumsuzluklar iyi şansa ve fırsatlara dönüşsün isteriz. Sanki o gücü elde edince her şey yoluna girecek gibi gelir.

Değişik tarihi kişilerin isimleriyle anılan bir efsane var. Frigya’nın ünlü kralı Midas’ın hikâyesini hatırlarsınız. Zenginlik tutkusu ile dokunduğu her şeyin altın olması sevdasını duymuşsunuzdur. Frig tanrılarının ona verdiği bu güç, önceleri onu pek mutlandırır. Ta ki; bir gün çok sevgili kızına dokunup onu da cansız bir altın yığını haline getirene dek…

Elinizdeki güç ne olursa olsun, yaşamın önümüze koyduğu kısıtlar bitmiyor. Her elde ettiğimiz gücün karşılığında yaşamın karşımıza koyduğu başka yeni koşullar ve kısıtlar oluşuyor. Önemli olan bizim yaşama nasıl bakıp, onu nasıl algıladığımız. Yaşamın kendisinin grilerin müziği ve renklerin dansı olduğunu doğru anlamazsak, mutlu bir ressam olma şansını yakalamamız mümkün değil. Güç ve mutluluk, bizim içimizde bir yerlerde. Onu yakalayıp çıkaracak, kendimizin dışında bir başkası da yok. Yaşamın sırrı ona bakışımızda…

İşte tam bu noktada aklıma çok eski bir hikâye düştü. Hikâyeyi aklımda kaldığı kadarı ile belki biraz da katıp katıştırarak size aktarayım.

Bir zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer ustası varmış. Mermer ustası, yılgınlık ve umutsuzluk içinde yakıcı güneşin altında çalışmak yerine, güneş olup yükseklerde hâkimiyet kurmayı, onun yakıp kavuran ışığı gücünde olmayı istemiş.

Bir mucize gerçekleşmiş ve mermer ustası, dilediği gibi o an güneşe dönüşmüş. Taş ustası, isteği kabul edildiği için oldukça mutluymuş. Tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada bulutların kendisini engellendiğini fark etmiş. Böylesine sıradan bulutların onun ışığını ve yakıcılığını kesecek kadar kuvvetli olmasına öfkelenmiş. “Bulutlar varken güneş olmak neye yarar?” diye düşünüp isyan etmiş. Ardından; "Madem bulutlar güneşten daha kudretli, bulut olmayı tercih ederim” deyivermiş. “Bulut olmayı tercih ederim” demekle kalmamış; gene onun tercihine kulak kabartan Tanrı onu o an bulut yapıvermiş.

Bulut oldu ya bizim mermer ustası; dünyanın üzerinde dolaşmaya, oradan oraya koşuşmaya, yağmur olup yağmaya başlamış. Fakat o da nesi? Birden bire rüzgâr çıkmış ve o koca bulut kütlesini dağıtıvermiş. "Ah, rüzgâr geldi ve beni dağıttı; demek ki evrende en büyük güç rüzgâr” diye düşünmüş. Tanrı gene mermer ustasının düşüncelerini okumuş ve onu rüzgâr haline getirmiş.

Bizim ‘akıl seyyahı’ usta rüzgâr olup dünyanın üzerinde gezer dururken, birden önüne çıkan kocaman, kalın taş duvarın ona engel olduğunu fark etmiş. En büyük gücünü kullanması gerektiğini fark etmiş ve var gücüyle fırtınalar, tayfunlar, hortumlar oluşturmuş. Lakin o çok yüksek ve çok sağlam olan duvarla bir türlü baş edememiş.

Rüzgâr olarak baş edemediği ve bir duvar sandığı bu engel aslında bir dağ imiş. İşi kolaydan çözmeyi aklına koymuş olan bizim mermer ustası kendi kendine, "Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar" diye söylenmiş. “İnsan olacaksa dağ olmalı” demiş. Bu hikâyenin tanrısı ustaya iyi bir ders vermekte kararlı ki; mermerciyi anında bir dağa dönüştürmüş.

Mermer ustası bir dağ olmuş ama o anda bir şeyin ona durmadan vurmakta, hatta o görkemli gövdesinden parçalar koparmakta olduğunu hissetmiş. Sonunda kendinden daha güçlü olan, varlığını biteviye parçalayan ve onu içinden oyan şeyin ne olduğunu görmüş. Dağın tüm görkemine rağmen damlayan suyun sürekliliği gibi kendisinden biteviye parçalar koparan, bir mermer yontucusundan başkası değilmiş. Dağın görkemine kıyasla çok daha küçük ve sıradan görünümlü bir taş yontucusu…

Bu, sadece bir hikâye… Ne kimsenin güneş olduğu var ne bulut ne de rüzgâr. Her birimiz, sadece kendimiziz. Kendi güçlerimizi doğru değerlendirdiğimizde ve yaşama doğru bakış açısını yakaladığımızda; bir güneş kadar yakıcı, bir bulut kadar denetleyici, bir rüzgâr kadar etkileyici, bir dağ kadar birikimli olabiliyoruz. Bu güçlerin özü bizde var. Önemli olan, bu görkemin farkına varabilmek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi