Seçime giderken demokrasiyi düşünmek

Toplumlarla ilgili kavramların, ele alındıkları çağa bağlı olarak anlam ve içerikleri değişebiliyor. Örneğin sıklıkla sözünü ettiğim sivil toplum böyle bir kavramdır. Aynı kavram kentlerin oluşmaya başladığı ve devletin ortaya çıktığı çağlardan başlayarak kullanılmasına rağmen örneğin Platon, Aristo, Jean Bodin, Hegel, Marx veya Gramsci gibi düşünürler tarafından farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bunlara Hobbes, Locke, Rousseau, Burke veya Fichte gibi değişik düşünürleri de ekleyebiliriz. Bu yazar ve düşünürlerin yaptıkları sivil toplum tanımlamaları da birbirinden ve özellikle bugünkünden farklı olmuştur.

Bugün sivil toplum literatüründe yaygın olarak kullanılan tanımlardan biri Larry Diamond’a aittir: “Sivil toplum; örgütlü sosyal yaşamın gönüllü, kendi kendini üreten, kendi kendini destekleyen, devletten özerk olup bir yasal düzen veya ortak kurallarla bağlı alanıdır. Sivil toplu, özel yaşam ile devlet arasında duran aracı bir varlıktır.” Hiç kuşkusuz; sivil toplum gibi zaman içinde yeniden tanımlanma ihtiyacı ortaya çıkan bir diğer kavram da demokrasidir. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan sivil toplum ve demokrasi kavramlarının birlikte değişim geçirmelerini olağan karşılamak gerekir.

Basit olarak tanımlarsak; demokrasi, halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir. Bir başka deyişle demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesidir. İlk çağların küçük kent devletlerinde yurttaşlar kent merkezinde, halk meydanında, agorada toplanarak ortak meseleleri konuşur ve karara bağlarlarmış. O zamanın demokrasi tanımı böyle imiş. Herkesin kendi oyunu kullandığı bu modele doğrudan demokrasi adı veriliyor.

Ölçeği büyümüş ülke ve kentlerde bu yolu kullanmak mümkün olmadığından yurttaşlar, kendi görüşlerini temsil etmek üzere temsilciler seçmişler. Bu temsilciler –örneğin milletvekilleri halk adına karara ve yönetime katılmışlar. Böylece demokrasi kavramı, temsilcilerle kullanılan egemenlik biçimine dönüşmüş. Bugün bu anlayışa ‘temsili demokrasi’ diyoruz. Günümüzde demokrasi dendiğinde çoğunlukla kast edilen, temsili demokrasi anlayışıdır.

Çağımızda doğrudan demokrasi anlayışına dönme yönünde bir eğilim var. Ama fizikî koşullar şimdilik buna imkân vermiyor. Belki bilişim – iletişim ağlarının çok gelişmesi ile bulunduğumuz yerden egemenlik hakkını –yani yurttaş olarak herhangi bir konu hakkındaki oyumuzu kullanabileceğimiz yeni bir dönem olacaktır. Ama kesin olan şu ki; demokrasi olarak adlandırılmaya alışılmış temsili demokrasi, bugün artık yurttaşları tatmin etmemektedir. Demokrasi kavramındaki çağdaş açılımların altında da temsili demokrasinin eksiklikleri ve halkoyunu yansıtmaktaki zafiyetleri vardır.

Günümüzde temsili demokrasinin kısıtlamalarını aşarak doğrudan demokrasiye yaklaşabilmek için katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi ve yönetişim olmak üzere üç ayrı kavramdan söz ediyor ve bunları yaşamda gerçekleştirmek üzere yol ve yordamlar arıyoruz. Bu arayışların temelinde temsilciler aracılığı ile uygulanmaya çalışılan temsili demokrasinin, oy çokluğu nedeniyle belli bir grubun hegemonyasına dönüşmesi riski yüzündendir. Örneğin seçimlerde yüzde 33 (toplamın üçte biri) oy alan bir siyasal parti, iktidarın tamamına sahip olabilmekte ve böylece çoğunluktan kaynaklanan bir sosyal veya siyasal hegemonya oluşmaktadır.

Değişen demokrasi anlayışı; katılımcı demokrasi yaklaşımı ile toplumda var olan çeşitliliklerin yönetime ve kararlara yansımasını esas almaktadır. Bir yandan kararın üretilmesi için katılımın çoğaltılmasını hedeflerken, diğer yandan da tek doğru çözüm yerine birden fazla uygun (doğru) çözümün olabileceği fikrini içermektedir.

Kültürel ve siyasal çoğulculuk temalarını içeren çoğulcu demokrasi açılımı ise toplumda mevcut olan farklılıkların kendi varlıklarını sürdürebilme hukukunu ifade etmektedir. Son olarak yönetişim kavramı ile devletin ve toplumdaki diğer kişi ve kuruluşların etkileşimli bir yönetim anlayışı içinde olmaları anlatılmaktadır.

Aynen sivil toplum konusunda olduğu gibi; katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi ve yönetişim kavramları üzerine de farklı ideolojik bakışların değişik spekülasyonları olabiliyor. Bazı eleştiri ve karalamaların körü körüne peşine takılmak yerine; olgu düzeyine erişmiş bu kavramların toplumumuzun demokratik açılımları açısından ne anlama geldiği üzerine kafa yormak gerekir, derim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi