Su tüketimi ve su sorunu

İnsanlığın öğrenme güdülerinin başında, hiç kuşkusuz felaketler geliyor. Örneğin depremler, heyelanlar, seller daima bize yaşam çevremiz ile ilgili acılı dersler vermiştir. Son günlerde sayıları hızla artan patlamalar ve yangınlar ise iş yeri güvenliği ve çalışan sağlığı hakkında yine zalim dersler almamıza neden oluyor. Ta ki; bunları unutup bir başka felaketle hatırlayıncaya kadar…

Değişen iklim şartları, aşırı yağmurlar veya kuraklaşma ve çölleşme, heyelanlar ve bozkır haline gelen çevre bize ağacın ve yeşilin değerini öğretti. Kentlerin havasını egzoz gazlarıyla, kötü kömürle, fabrika bacalarının atıklarıyla yaşanamaz hale getirince havanın aslında pahalı bir meta olduğunu öğrendik. İçilebilir tatlı suyun sokak çeşmelerinden aktığını bilenlerimiz vardır. Piyasada şişelenmiş su satılmaya başlamasından, bir bardak su için bir sürü para vermeye başlamamızdan bu yana suyun da pahalı ve değerli olduğunu fark ettik.

Geçmişte çevreyi, yeşili, havayı ve suyu kullanırken daima sonsuz olduğu varsayımı vardı aklımızda. Çevre ve hava kirliliği uzunca bir süre Eskişehir’de de gündem konusu oldu. Zaman zaman tırmanma gösterse de eskisi kadar söz edilmiyor. Aslına bakarsanız sorun görünmez oldu mu, o konuyu tam olarak çözüp çözmediğimize bakmadan gündemden kaldırıveriyoruz.

Bir de, sessizce büyümekte olan sorunlar var. Giderek büyüyen sorunlardan biri de su kaynakları ile ilgili. Ülkemizde kişi başına düşen yıllık su miktarı –azalarak– yaklaşık 3.600 metreküptür. Bu suyun kullanılabilir olan kısmı ise yaklaşık yarısı (azalarak yaklaşık olarak 1.700 metreküp) kadardır. Türkiye, dünya standardı olan kişi başına yıllık 8-10 bin metreküpün altında kaldığı için su yönünden zengin bir ülke sayılmıyor. Bu nedenle ülkemizde su kaynaklarının akıllı kullanımı gibi bir sorun objektif olarak var.

Ülkemizin su kaynakları yüzey suları ve yer altı suları olmak üzere iki kategoride toplanabilir. Yüzey suları ile ilgili olarak yapılan hesaplarda ülkemize yılda 500 milyar metreküp yağış düştüğü anlaşılmaktadır. Bu suyun tüketilebilecek olan miktarı 100 milyar metreküp dolayındadır. Bu miktarın 30 milyar metreküpü ise halen fiilen kullanılabilmektedir. Yağış olarak düşen suyun yaklaşık 40 milyar metreküpü ise yeraltı su depolarını beslemek üzere yerin alt katmanlarına doğru sızmaktadır.

Dünyada sıcaklığın giderek artmakta olduğu ve bu genel iklimsel değişimin Türkiye’yi de kuraklık yönünde etkilediğini biliyoruz. Türkiye’de yaşanan kuraklığın ülkeye özgü özel nedenleri de bulunmaktadır. Ülkenin çok engebeli topoğrafik yapısı, su kaynaklarının ve yağışın bölgelere göre düzensiz olması, su kaynaklarının kısa hedefli ve yerel beklentilerle diğer yörelerden bağımsız olarak kullanılması bize özgün sorunlardır. Bu sorun kaynakları ülkedeki kuraklık tehlikesini artırırken ulusal, bölgesel ve yerel su planlarına olan ihtiyacı gündeme getirmektedir.

Yapılan araştırmalara göre yer altı su kaynaklarının miktarı yıllık 12 milyar metreküp dolayındadır –ki reel değer bunun hayli altında olabilir. Söz konusu suyun yaklaşık yarısı kullanılmaktadır. Ama üzücü olan, bu suyun çok büyük bölümünün akarsular aracılığı ile denizlere boşalıyor olmasıdır; böylece tatlı sular geri dönülmez biçimde tuzlu suya dönüşmektedir.

Denetimsiz kullanım ve plansızlık alışkanlıklarımız su kaynaklarımız konusunda da sürmektedir. Yer altı sularımızın hacim ve beslenme durumlarının tespit edilmesi konusunda acil çalışmalar yapılması gereklidir. Ulusal düzeyde ve yerel olarak su kaynaklarımızın tespiti, doğru kullanımı için bir yaklaşım geliştirilmesi zorunludur.

Dünya ikliminin ve doğa dengesinin bu biçimde değişmeye devam etmesi durumunda çok yakında petrol savaşlarına paralel olarak su savaşlarını göreceğimiz kesindir. Bu savaşların saldırganları, doğayı yok etme konusunda bugüne kadar denetlenmeleri mümkün olmayan büyük devletler olacaktır. Kaybedenler ise yine dünyanın su kaynaklarına sahip ama yoksul ülkeleri olmaktan kurtulamayacaklar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi