Tarihten Doğru Ders Almak

Karşılaştırmalar yapmak, insanın öğrenme sürecinin en önemli unsurlarından biridir. İnsan, yaşamı boyunca yaşadığı deneyimleri –ve başkalarınınkini de– karşılaştırarak, bunlardan sonuçlar ve dersler çıkarır. Bu nedenle; insan, beyazı ve siyahı birlikte öğrenir. Zaman zaman “Siyah olmazsa beyaz da olmaz” veya “Beyaz siyahla birlikte var olur” diye ifade ettiğim sözün mantığı budur.

Karşılaştırma, sadece yaşamımızda herhangi bir anda bulunan unsurlara yönelik değildir. Bazen geçmişte yaşadıklarımızla bugünü karşılaştırarak kendimize yeni dersler çıkarırız. Tarihi, bir toplum için önemli yapan yan da budur. Bir toplumun geleceğinin var olabilmesi için, o toplumdaki bireylerin ve kuruluşların kendi geçmişlerinden doğru dersler çıkarmaları ve geleceği buna göre kurmaları gerekir. Kendi tarihi konusunda yanılan veya yanıltılan toplumlar, geleceği kurmak ve varlıklarını sürdürmekte zorluklar çekerler.

Tarihin toplumsal önemi nedeniyle; devletler ve iktidarlar, geleceğin kendi çıkar ve beklentilerine göre oluşabilmesi için tarihin buna uygun yazılması için gayret sarf etmişlerdir. Böylece meşruiyeti tartışılabilir bir ‘resmi tarih’ anlayışı oluşmuştur. Eğer toplumun üniversiteleri, bilim ve araştırma kuruluşları ile aydınları, tarihsel olayların aydınlatılması ve gerçeğe uygun biçimde bilinmesine yönelik çalışmalar yapmıyorlarsa –bu konuda atalet gösteriyorlarsa veya yapmaları engelleniyorsa– ‘resmi tarih’, bilinen tek toplumsal tarih olarak ‘koşullandırma görevini’ yerine getirmeye devam eder.

‘Resmi tarih’, çoğu zaman bir at gözlüğüdür. Bu kısıtlı bakıştan, elbette ki kurtulmak mümkündür. Ama pek çok siyasal iktidar, kendi anlayışlarına uygun olmadığı için tarihsel belgeleri ve kaynakları tahrif etme yönünde faaliyetlerde bulunur. Toplumun içindeki gerginliklerin ve çatışmaların yardımıyla, bazı toplumsal kesimler de bu tahrifat ve yoketme sürecine ortak olurlar. Belgelerin yok edilmesi süreci, çoğu zaman geçmişi temsil eden yapıların ve anıtların yok edilmesi çabaları ile atbaşı gider.

Tarih dersi, bir hayli sayıda kişi için ilk ve orta öğretimde, hatta yükseköğretimde en az sevilen dersler arasında yer alır. Tarih bilgilerinin aktarılması, gerekli sosyal ve evrensel bakış açısını edinememiş öğreticiler tarafından yapıldığında, tarih dersine karşı olan sevgisizlik, bir nefrete dönüşmeye başlar. Tarih dersi, resmi yöneticilerce seçilmiş konuların peşpeşe ezberlenmesi anlayışından kurtarılmadıkça, ezberin yerine araştırmacılık ve bilimsel sorguculuk yaklaşımı konmadığı sürece, yanlışlardan kurtulunması da mümkün değildir.

Dinlemekten ve okumaktan özel bir tat aldığım Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Tarih Bilmemekten Dolayı Reddetme Vardır” başlıklı bir yazısında şöyle diyor: “Bizim memlekette tarih tetkikatı zayıftır. Büyük sentezler yapılmamıştır. Bu tarihi aktaracak ana ve ara araçlar yoktur. Bu dediğim araçlar, Avrupa tarihinde tarihi tiyatrodur, tarihi romandır. Mesela bir takım şairler tarihçidir, Schiller gibi, Goethe gibi, Puşkin gibi, Corneille gibi. Dolayısıyla tarih kitlelere böyle bir takım âlimlerin sentezlerinden, monografilerinden ve aynı zamanda bu tip yazarların kaleminden geçer.”

Her ulus, her ülke ve her kent, kendi geleceğini kurarken geçmişini doğru bilmeli ve anlamalıdır. Doğru anlamak için ise tarihi ‘sağcı, solcu, laik, siyasal dinci vb. ezberler’ şeklinde ayrı ve kopuk parçalara ayırıp öğrenmeye çalışmak yerine, geçmişimizi kendi öz, zaman ve mekân bütünlüğü içinde kavramak zorundayız. Araştırarak, sorarak, emek vererek... Dünya görüşleri tarihin içinde doğarlar; dünya görüşleri, tarihi yapmaz; tarih, dünya görüşlerine göre yazılmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi