
Gürcan Banger
Yeniden Başlamak
Dünyayı, hayatı ve bizim olan yaşamı ona bakış açılarımız anlamlandırıyor. Adına yılbaşı demesek ve bu isimlendirmeye uygun davranmasak; ne 31 Aralık’ın ne 1 Ocak’ın ne de tekrar eden bir başka tarihin birbirinden farkı var. Zaman –ki eğer gerçekten varsa zaman diye bir şey, bizim onu anlamlandırmamızdan bağımsız olarak kendince akıp gidiyor. Kendi temposunda, kendi bildiği gibi; bazen yavaş, bazen hızlı… Biz ise onu farklı şekillerde anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Bayram günlerini bayram yapan bizim ona dokunma biçimimiz değil midir? Bu özel günlerde kendimize bakıp, dünyaya dokunuşumuza çeki düzen vermeye çabalıyoruz. Adına ister yılbaşı, ister bayram diyelim diğerlerinden ayırarak adlandırarak anlamlandığımız günler o ana kadar olan yaşam tarzımızı yeniden gözden geçirip, çevremize ve yaşama daha olumlu bir bakış açısı geliştirmeyi güdüler. Kendimizi yeni ve taze ruhsal teşviklerle yaşama yeniden bağlamaya çalışırız. Anılardan ders çıkarıp gelecek için yeni kararlarla güç toplarız. Uzakları ve uzaklaşmışları yakın etmeye gayret ederiz.
Yaşama şöyle bir baktığımızda, nice çetin bir mücadelenin sürdüğünü görmek zor olmuyor. Yaşam, her an giderek daha fazla efor gerektiren bir yarışa benziyor. Bu koşuşturmanın adına rekabet diyerek kendimizi bu hızlı yaşama uyumlulaştırmaya çalışıyoruz. Uyum sürecinde daha güçlü olanlar, bu yarışta daha kolay yer alıyor. Güçsüzlerin daha yarışın ortalarında kaybetmeye mahkûm olduklarını fark ediyoruz.
Eğer adına şans dersek, tabii ki şanslılar var. Bazıları için yaşam, sanki daha fazla fırsatlar sunuyor. Şanslıların yaşamına bardağın dolu tarafından baktığımızda, böyle yaşamlara gıpta ettiğimiz oluyor. Ama madalyonun her iki yüzünün de kendine özgü sorunları var. Bir hayal dünyasında yaşar gibi gerçekte yaşamda yer almak, pek mümkün değil. Acı ve mutluluk, sevinç ve keder, kazanç ve kayıp kolaylıkla aynı yaşamda, hatta aynı anda yer bulabiliyor.
Yaşamın tonlarını ve renklerini görebilmek bizim elimizde. Yaşamın en zor anlarında bile yaşamanın tadına varabilmek, bizim kendi gücümüzle gerçekleştirebileceğimiz bir olgu.
Kendimize sormalıyız. Yaşama karşı niyetimiz nedir? Sıklıkla söylediğim gibi; yaşam, gerçek anlamda bir aynadır. Ona şikâyet ederek bakarsanız, o da sizden şikâyet eder. Böylece birlikte mutsuzluk sinerjisi yaratırsınız. Yaşama sevgi ile baktığınızda, tüm zorluk ve acılarına rağmen yaşam da size sevgi ile bakacaktır.
Bazen yaşamı oluşturan nesne ve öznelerin anlam ve önceliklerini karıştırıyoruz. Araç olan ile amaç, birbirinin yerini alıyor. Mutlu olmayı amaçlarken, araçlara sahip olma fikrine takılıp kalıyoruz. Dünyanın ya da yaşamın anlamı nedir? Mutlu olmak mı, sahip olmak mı? Mutluluk, her zaman sahip olmanın doğal sonucu olmuyor.
Mutluluğu kabul edilebilir ölçüde coşkuyla, ama acıyı mutlaka akılla karşılamak gerekir. Yaşamın devam ettiğini ve her acının bir ders olduğunu iyi kavramalı insan. Sevilen bir kişinin kaybedildiği durumda, onu sevenlerin tepkilerini dikkatle izlerim. Ölümü bile saygı ve ağırbaşlılıkla karşılayan insanlara her zaman gıpta etmişimdir. Onların, ölümün sadece bir anın bitişi ve bir başkasının başlangıcı olduğunu iyi bildiklerini ve yaşama buna göre hazırlandıklarını düşünürüm.
En sevdiklerimden biri, Anka kuşunun ölümle yaşam arasındaki öyküsüdür. Küllerin arasından geleceğe doğru kanat çırpışı fikri, bana her zaman heyecan vermiştir. Geleceğin daha iyi ve güzel olacağının heyecanı… Kuşkusuz; yaşamın kuralı, sadece bireysel mutluluğumuzdan ve mutlu kişisel geleceğimizden oluşmuyor ama birey olarak mutlu olmayı yakalayamadığımızda dünyaya vereceğimiz değer ve anlam da yitip gidiyor.