4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

DİYANET VE ATATÜRK

                               
          ATATÜRK, Çin’de ders kitaplarında, milyonlarca insana öğretilirken, 2015 yılından, bu yana, hiç bir hutbesinde, Mustafa Kemal ATATÜRK’e, yer vermeyen ve bu nedenle de eleştirilerin,  hedefi olan, 1924 yılında da  ATATÜRK’ün,  kurduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı, aynı tutumunu,  29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın, kutlandığı günde, 81 ildeki camilerde, okutulan Cuma hutbesinde de yer vermeyrek tepki aldı.
             Okutulan Hutbenin, cumhuriyetle ilgili bölümünde,”"Bugün Cumhuriyetimizin ilanının 98. yıl dönümü. Bu vesileyle şanlı Kurtuluş Mücadelemizde canlarıyla, kanlarıyla bu toprakları savunan ve vatanımızı bize emanet eden aziz şehitlerimizi, kahraman gazilerimizi ve devlet büyüklerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Yüce Rabbimiz kıyamete kadar bu mukaddes vatanda birlik ve beraberliğimizi, huzur ve kardeşliğimizi daim eylesin." denildi.
             Öte yandan Ayasofya’ nın, ibadete açılmasıda, Minbere, kılıçla çıkan Erbaş’ın, "Bizim inancımızda, vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar." sözleri ile Mustafa Kemal ATATÜRK’e, lanet okumuştu.
              Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın, Atatürk’e lanet okuması, ülke bazında, büyük tepki çekmiş, halkımız, STK’ lar,  hukukçular, ilahiyatçılar ve siyasi partiler, ATATÜRK’e, lanet okuyan, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, derhal görevden alınmasını ve hakkında Cumhuriyet savcılarının, harekete geçmesini istediler. Ancak hakkında, hiçbir işlem yapılmadı.
              Yine Ayasofya Camisi’nde, yapılan bir programda, Mustafa Kemal ATATÜRK’e atfen "zalim ve kafir" diyen,  Mustafa Demirkan, hakkında, bir işlem yapılmadığı gibi,  “Hafızların reisi” yapıldı.
               Diğer yandan yıllardır, dış ve iç şer odaklar, Atatürk’e saldırmak için,  kullandıkları en önemli yöntem, Atatürk’ün, “dinsiz” olduğu ve “dindarlara, baskı yaptığı” şeklindeki aslı olmayan iddialardır.
              Oysa Atatürk’ ü, İslamiyet karşıtı gibi göstermek, cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü Atatürk, İslamiyet’ i, en iyi bilen ve yorumlayan bir liderdir. 
                 Nitekim ATATÜRK, “ Bizim dinimiz, en makul, en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz, bunlara tamamen uygundur. Müslümanların, toplumsal hayatında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde mevcudiyetini muhafaza hakkı yoktur. Kendilerinde öyle bir hak görenler, dini emirlere uygun harekette bulunmuş olamazlar. Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerine eşit olarak öğrenmeye mecburuz..” demiştir.
                 Diğer yandan İslam dininin, felsefi gerçeğini inceleme, araştırma, öğrenme bakımından, ilmi ve fenni kudrete sahip olacak, seçkin ve hakiki din bilginlerinin yetiştirecek, yüksek müesseselere, malik olunması gerektiğini her vesile vurgulamıştır 
                 ATATÜRK’ e göre, Tanrı birdir, büyüktür. Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Dine, saygı gösterilmelidir. Türk milleti, daha dindar olmalıdır. Türk milleti, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri, hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır. 
                  ATATÜRK,  Hz. Muhammed’ i, sönük bir derviş gibi gösterenlere karşıdır. Bu insanların, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını, kavrayamadıklarını, her vesile söylemiş,   askeri dehasına, hayran olduğunu da sıkça vurgulamıştır. 
               Nitekim ATATÜRK, “ Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’ e,  karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa tevdi etmek değil, yaratmış olduğu inkılâbı, emniyet altına almaktı. “ demiştir.
                 ATATÜRK, hutbenin, halkı genel durumdan, haber etmesi bakımından, son derece ehemmiyetli olduğunu, hutbenin, halkın anlayacağı bir dille olmasını gerektiğini de ifade etmiş ve 7 Şubat 1923’te Balıkesir Paşa Camisi’ nde,  hutbe vermiştir.
                 ATATÜRK, camilerin, mukaddes minberleri, halkın ruhi, ahlaki gıdalarına, en yüksek, en verimli kaynaklar olarak görmüş ve “  Minberlerden, halkın anlayabileceği dille, ruh ve beyne hitap olunmakla, Müslümanların, vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur “ demiştir.
                  ATATÜRK, dinin bugün olduğu gibi,  , siyasete ve çıkarlara,  alet edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Ve “  Türk toplumunu,  yanlış yola sevk edenlerin, din perdesine bürünerek,  saf ve temiz halkımızı,  hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir.” uyarısında bulunmuştur.       
            Diyanet İşleri Başkanlarında, Sayın Ali Bardakoğlu da din ve devlet işlerinin ayrı olmasını, dine saygının gereği olarak gördüklerini vurguladıktan sonra, “Bu nedenle siyasete karışmıyor, siyasetin de din işlerine karışmasını doğru bulmuyoruz” demiştir.
             ATATÜRK, dini, düşünce ve inançlara saygılıdır. Ancak İslam dini ve devletin selameti açısından, din ve devlet işlerini birbirinde ayırmıştır. Bu sayede de dinin, siyasete alet edilmesini, din adamlarının da siyasete karışmasını önlemiştir.
            Kim ne düşünürse düşünsün, dâhi lider Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, değeri zamanla azalmıyor; bilakis, kendi çağını aşan, siyasî vizyonu,  günümüz politikasına, ışık tutmaya devam ediyor.
              Nitekim Rhode  Island’daki  Brown Üniversitesi’nde, Emeritus Professor-Onursal Profesör  Arnold Ludwig’  in,  18 yıl süren, "Liderliğin Doğası"  çalışmasında, 1900-2000 yılları arasında yaşayan, 200 farklı ülkeden, 1941 lideri araştırdı.  Araştıma sonucunda, ATATÜRK’ü, 20. Yüzyılın, en önemli dünya lideri olarak ilan etti.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM) Arşivi